Akbıyık Mehmet Efendi Camii
Ziyaret Edilecek Camiler Akbıyık Mehmet Efendi Camii – Gezilecek Yerler
Sultan Ahmet’in deniz tarafında, Ahırkapı denilen bölgededir. Tam olarak Sultan Ahmet Mahallesi, Ahırkapı Caddesi üzerindedir. Ahırkapı, Topkapı Sarayı’nın batı tarafındaki surları üzerindeki bir kapının adıdır. Bu kapıdan girildiğinde Sarayın ahırlarının bulunduğu alana geçildiği için buradaki kapıya Ahırkapı denmiş ve bu bölge de adını bu şekilde almıştır. Kaldı ki, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında burada bulunan Büyük Saray adlı sarayın (Palatium Magnum) ahırları da aynı yerde idi.
İstanbul’un en eski camilerinde olan, ufak fakat temiz bir camidir. Cami 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış Akbıyık Muhyiddin Efendi tarafından yaptırılmıştır. Banisi olan kişinin kim olduğu konusunda sorun olmamakla birlikte bu kişinin ismi konusunda aynı kaynakta dahi muhtemel isimler geçmektedir. Bunlar, Akbıyık Muhyiddin Efendi, Akbıyık Ahmed Muhyiddin Efendi, Akbıyık Mehmed Muhyiddin Efendi, Abdullah ve Şemseddin’dir. Akbıyık Dede 1488 yılında vefat etmiştir.
Ünlü Osmanlı Tarihi kitabı Tacü’t-Tevarih’te (Tacü’tiTevarih, Hoca Sadettin Efendi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan I. Selim’in vefatına kadar geçen dönemin içindeki olayları yazdığı el yazması kitabıdır) Akbıyık Dede için şöyle yazmaktadır:
“Akbıyık Dede, Bilge Şeyh, Tanrı’nın tutkunudur. Akbıyık Dede, Hacı bayram Sultan’ın kapısına düşüp özünü saflaştırmakla uğraşan halvet sırasında dünya hevesi kapıları ona açılmış ve mal edinme eğilimi kendini göstermeye başlamıştı. Bu hal şeyhn katından öğrenilince, ona “Gönlünü dünya malına bağlama” diye öğütte bulunmuştu. Dede ise “cennetin kapısını açmak helal maldan yapılacak sadakalarla olur” diye yanıtlamıştı. Böylece hacı Bayram’dan ayrılınca şeyh ona “Şimden gerü seninle bir nesne bile olmaz ve bizim ettiklerimizden sende bir nesne bulunmaz” demişti. Tekkeden çıkar çıkmaz başından tacı düşüp kafası açık kaldı. Tacın düşmesi inadının sonucu olup, şeyh katında olduğunu anlayarak ömrünün sonuna dek başı açık gezip, saçını uzatıp salmıştı. Topladığı altın (dinar) ve dirhem (gümüş) o denli sayılamayacak ölçüde oldu ki, hücresinin her bir yanı para ve pulla dopdoluydu. Onları saklamayı aklının kenarından geçirmez, ihtiyacı olanlara harcardı. Bursa’da iken büyük bir konak alıp fakirleri orada barındırmayı adet edinmişti. Keşif ve keramet sahibi idi. Kendinden geçtiği anlar uyanık bulunduğu anlardan daha fazlaydı. Kabir Bursa’dadır.”
Caminin en büyük özelliği, sur içi camileri arasında Mekke’ye yani Kabe’ye en yakın olanıdır. Dolayısıyla eski İstanbul’da namaz ezanları ilk önce bu camide okunurmuş. Çünkü yerel saate göre ilk önce bu cami namaz vaktine girermiş. Bu nedenle “Mescitlerin Önderi” anlamında camiye “İmamü’l-Mescid” veya “Evvel-i Kıble” denirdi.
Caminin bulunduğu sokağın önemli bir özelliği vardır. Bestekar Hamamizade Dede Efendi’nin 1774 yılında yapılmış olan evi hemen caminin karşısındadır. Dede Efendi’nin yaşadığı bu ev Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği tarafından restore ettirilerek koruma altına alınmıştır.
Akbıyık Dede, Hacı bayram Veli Halifelerinden, Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinin önde gelen sufilerindendir. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in komutanlarından olup İstanbul’un fethine katılmış gazi dervişlerdendir.
Cami ilk yapıldığında mescit olarak yapılmıştır. Daha sonra bir minber ilave edilmek suretiyle cami hüviyetini kazanmış. Yılları yılı yapılan diğer eklemelerle birlikte bu ufak cami, ufak bir külliye şeklini almıştır. Fakat günümüze sadece cami olarak gelmiştir.
Minberi ekleyen Darüssaade Ağası Mustafa Ağa’dır. 1535 tarihli vakfiyesinden anlaşıldığı üzere, Hüssam Bey bin Abdurrahman adında bir hayırsever o zamanki haliyle mescidin yanına bir okul/mektep inşa ettirmiştir. 1793 yılında ise Mehmed Yazıcı adlı bir hayırsever de şadırvan inşa ettirmiştir.
Caminin batı tarafından ufak bir hazire vardır. Burada Akbıyık Dede’nin günümüz Türkçesi ile yazılmış bir mezar taşı ve bu mezar taşının ait olduğu bir mezar bulunmaktadır.
Minaresi ise oldukça ufaktır. Biraz dikkatlice bakıldığında şerefesinden dalların/fidanların çıktığı görülebilir. Ayrıca şerefesinde de çatlamalar görülmektedir. Bu da minarenin restorasyon zamanının çoktan geldiğinin bir belirtisidir. Minare devrinin orijinal minaresidir.
Camiye girdiğinizde kapalı bir son cemaat yeri görürsünüz. Sağ tarafta imam odası, sol tarafta ise hanımlar mahfiline çıkan bir merdiven vardır. Enlemesine bir harime sahiptir. Tavanı düz ve sadedir. Girişe göre sol tarafta vaaz kürsünü bulunmaktadır. Duvarlar, yaklaşık göğüs hizasına kadar düz koyu yeşil seramikle kaplıdır.
Cami yapıldığı günden bugüne kadar pek çok deprem ve yangınlar gördüğü için günümüze ilk halini koruyamamıştır. Bakımsızlık nedeni ile zamanla kullanılamaz hale gelen cami Sultan Abdülhamid Han tarafından tekrar yaptırılmıştır. 1950 yılında da restore edilmiştir.
Cami dikdörtgen bir plana sahiptir. Caminin kubbesi yoktur. Sadece çeşme kitabesi vardır. Çatılı bir cami olup tavanı da ahşap kaplıdır. Tavanında var olduğu bilinen süslemeler boyanarak ortadan kaldırılmıştır.
Camideki tek kitabe şadırvan kitabesidir. Şadırvanın görünümünden de anlaşılacağı üzere yeni olsa dahi , Rumi 1283 yılında yazılmış kitabesi günümüze kadar gelebilmiştir. Kitabede ay belli olmadığı için Miladi takvime göre 1867 ya da 1868 yılında yazılmıştır. Kitabenin çevirisini Sn. Murat Özgüngör yapmıştır.
Menba’u’l-cûd Mehmed Yazıcı bu aynı,
Bin iki yüzle sekizde yapub olmuş nâim
Sonra suyu çalınub duhteri Hâce Hanım
Buldurub eyledi cârî yine olsun dâim
Harc-ı sîm u zer ile hem dahi ta’mîr idüb
Eyledi kendini vâreste-i bend-i lâim
Abdestiyle olub reşha-nisâr-ı daavât
Vakt-i iftarda zemzem gibi içsün sâim
‘İlmiyâ su gibi târîhi kalemden akdı
Def’a-i sâniyede oldu bu çeşme kâim
Rıf’at – 1283
Yukarıda, Akbıyık Camii’nin karşısında Hamamizade Dede Efendi’nin evinin bulunduğunu söylemiştim. Dede Efendi 1778 yılının Kurban Bayramı’nın birinci günü doğmuş ve 1846 yılının Kurban Bayramı’nın birinci günü de koleradan Mina’da hac görevini yerine getirirken vefat etmiştir. Dede Efendi, Hekimoğlu Ali Paşa Camii yakınlarında bulunan Çamaşırcı Mektebinde ilk eğitimine başlamış ve orada sesinin güzelliği ile dikkat çekmiştir.
Babası Şehzadebaşı’nda bulunan bir hamamı işlettiği için Hamamizade adı ile anılmıştır.
Klasik Türk Müziğinin en büyük bestecilerinden olan Dede Efendi devrin Sultanları olan III. Selim, II. Mahmud ve Abdülmecid’ten de büyük ilgi ve destek görmüştür.
Dede Efendi’nin evinin hemen yanında Hekimoğlu Ali Paşa’nın annesi için yaptırdığı bir çeşme bulunmaktadır.
One Comment