İstanbul’da Gezilecek Yerler
İstanbul’da Gezilecek Yerler
İstanbul’da gezilebilecek 50 yeri sizler için özel derledik
İstanbul bir dünya kültür başkenti, dünya da iki kıtayı birleştiren tek şehir. Dünyanın en büyük imparatorluklarına ev sahipliği yapan bir coğrafya. Binlerce farklı insan ve kültüre ev sahipliği yapan bu renkli şehre her kültür bir iz bırakıp gitmiş bu dünyadan.
Herkesin gözü üzerinde olan uçsuz bucaksız bu metropolde gezilecek görülecek bir çok mekan, müze ve yer var. Biz de bir nefeste sizler için İstanbul’da gezilecek 50 yeri derledik ve sizlere sunuyoruz.
Sultanahmet Cami
İstanbul’un Altı minareli camisi, içindeki iznik çinilerinin verdiği mavi ve turkuaz renkler sayesinde yabancı turistler tarafından Blue Mosque olarak adlandırılmıştır.
Altı Minareli Mabed Sultan Ahmet Camii (Blue Mosque)
Türkiye’nin ilk altı minareli Camii olan Sultan 1.Ahmet’in yaptırdığı Sultan Ahmet Camii Türkiye’nin ve İstanbul’un en önemli ve görkemli yapılarından biridir.
1616 yılında yapımı tamamlanan camiyi Sultan 1.Ahmet “altın” minareli yaptırmak istemiştir ancak, caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa, “altın” minarelerin bütçeyi oldukça aşacağını öngörerek yanlışlıkla “altın minare” değil de “altı” minareli cami olarak duyduğunu bahane ederek camiyi altı minareli olarak inşa etmiştir.
Cami iç dekorasyonunda kullanılan beyaz, mavi ve yeşil renkli iznik çinilerinin mavi ağırlıklı görünümü sayesinde Sultan Ahmet Camii turistler tarafından “Blue Mosque” olarak adlandırılmıştır.
Sultan Ahmet Camii Bizans’ın ve İstanbul’un görkemli yapılarından Ayasofya ile karşılıklı olarak konumlandırılmıştır. Yıl içerisinde özellikle ramazan ayında milyonlarca ziyaretçi akınına uğrayan Sultan Ahmet Cami, tarihi yarımadanın simgelerinden olmuştur.
İstanbul’u Anadolu yakasından özellikle Kadıköy, Üsküdar tarafından izlerseniz görkemli yapısı ve ihtişamı ile Sultan Ahmet Camii sizleri tarihten günümüze anıları ile selamlayacaktır.
Sultan Ahmet Cami’ni ziyaret etmek isterseniz, Anadolu yakasından Eminönü vapuru ile ya da Üsküdar’dan Marmaray hattı ile Avrupa yakasına geçip ister yürüyerek isterseniz de Tramvay sayesinde kolayca ulaşabilirsiniz.
Avrupa yakasında ikamet edip Sultan Ahmet Cami’ni ziyarete gitmek niyetindeyseniz Eminönü’ne, Yenikapı’ya sahilden, Beyazıt’a giden tüm toplu taşıma araçları ile ulaşmanız mümkün.
Sultan Ahmet Cami namı diğer Blue Mosque’yi mutlaka ziyaret etmeli ve özellikle ramazan ayında taşıdığı farklı tadı ve maneviyatı ile ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.
Dualarınız şimdiden kabul olsun inşallah.
Ayasofya Cami Müzesi
İstanbul’un ve Türkiye’nin simgelerinden olan Ayasofya’nın geçmişi Bizans günlerine Constantin’e dayanmaktadır. İstanbul’un fethi sonrasında ilk cuma namazının da kılındığı yer Ayasofya’dır. Cami’ye dönüştürülmüştür ancak, şimdilerde müze olarak ziyaret edilmektedir.
Ayasofya Cami Dünyanın Sekizinci Harikası
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettiğinde ilk cuma namazını kılmaya layık gördüğü Ayasofya ihtişamı ile tüm dünyanın gözdelerinden biri olarak şanslı İstanbul’un ve tarihi yarımadanın da gözdesidir.
537 yılında tamamlanan ve İmparator Justinianos tarafından yaptırılan Ayasofya 916 yıl Bizans’ta kilise olarak kullanıldıktan sonra Fetih Sultan Mehmed’in İstanbul’u 1453′te fethinden itibaren 482 yıl cami olarak hizmet vermiştir.
Yapı içerisinde H.z. İsa, Meryem Ana, Konstantin, Büyük Meleklerden Cebrail gibi figürler altın, gümüş ve mermer mozaiklerle bezenmiştir.
Ayasofya İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından camiye çevrilirken ilk minaresini de Fatih döneminde eklenmiştir. Daha sonra 2. Bayezid dönemlerinlde de eklenen minareler olmuştur.
Osmanlı döneminde Ayasofya içerisine Minber, Mihrab, Vaaz kürsüsü eklenerek Cami hüviyetine bürünmüştür.
Ayasofya Mimar Sinan’ın yaptığı destekler sayesinde günümüzdeki gibi sağlam ayakta kalabilmiştir.
Günümüzde Müze olarak hizmet veren Ayasofya Müzesi bahçesi içerisinde birçok pahitaht mensubu ve padişah türbeleri de yer almaktadır. İçerisindeki kapıları, mezar taşları ve Osmanlı döneminde eklenen yapıları ile Ayasofya hala eski ihtişamını koruyor.
İstanbul’u ziyaret edenlerin mutlaka görmesi gereken temel taşlardan biri de Ayasofya Müzesi’dir. Ayasofya Müzesi’ni görmenizi ve tarihin izlerine tanıklık etmenizi tavsiye ederim.
Yerebatan Sarnıcı
İstanbul’un özellikle sarayların olduğu bölgenin su ihtiyacını karşılamak üzere yapılan sarnıç, özellikle içerisinde bulunan sütunlar ve medusa başları ile ünlüdür. Su, ışıklar, sütunların konumu ve görsellikle insanları kendine hayran bırakan Yerebatan Sarnıcı bugün müze ve bir çok etkinliğin yapıldığı mekan olarak ziyarete açıktır.
Yeraltı Sarayı Yerebatan Sarnıcı
Yerebatan Sarnıcı Bizans İmparatoru Justinianus büyük sarayının su ihtiyacını karşılama için yaklaşık 10.000 metrekare’lik bir sarnıç yaptırdığında takvimler M.S.542 yılındaydı.
Sarnıç 9 metre uzunluğundaki 336 adet sütundan oluşmaktadır. Bu sütunların içerisinde sarnıcı koruyacağına inanılan iki medusa başı sarnıca güzellik katan elementlerden olmuştur.
Sarnıç 1987 yılında içerisine bir platform oluşturularak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ziyarete açılmıştır. İçerisindeki ışıklandırmalar, ortamın nemli kokusu ve tarihi atmosfer ziyaretçilerin Yerebatan Sarnıcından büyülenerek çıkmasını sağlıyor.
İstanbul tarihi yarımadada bulunan sarnıç her tur rehberinin programı içerisinde yer almaktadır. Türkiye seyahatleri sırasında milyonlarca turist özellikle bu büyülü atmosferi yaşamaya gelmiştir.
Büyüleyici Ayasofya’nın hemen yanıbaşında bulunan Yerebatan Sarnıcını görmeden İstanbul’u gezdim-gördüm demeyin, bu sözümü Yerebatan Sarnıcı ziyaretinizden sonra anlayacaksınız.
Günümüzde Yerebatan Sarnıcı çeşitli etkinliklere ev sahipliği yaparken bu etkinlikler büyüleyici atmosfer içerisinde bir başka hayal dünyasına sokuyor ziyaretçileri.
Yerebatan Sarnıcı Nerede Nasıl Gidilir?
Adres: Alemdar Mh., Şeftali Sk No:6, Sultanahmet – Fatih / İstanbul Telefon: (0212) 522 12 59
Yerebatan Sarnıcı Ayasofya Müzesi’nin hemen yanında bulunuyor. Ulaşmak isteyenler Eminönü’nden tramvaya binerek Sarnıcaulaşabilirler. Sultanahmet durağında inmeniz gerekmektedir, Sarnıç Yerebatan Caddesi’nde yer alıyor. Eminönü’ne Anadolu Yakası’ndan ulaşmak isterseniz, Üsküdar’dan Marmaray ile gitmeniz daha hızlı olacaktır. Taksim’den Eminönü’ne geçecek olanlar isterlerse otobüse binebilirler, ancak yürümek, denizi ve balıkçıları seyrederek gitmek istiyorsanız yürüyerek de yirmi dakikada Eminönü’ne ulaşabilirsiniz.
Kız Kulesi
İstanbul’un tam anlamıyla dünyaya açılan imgelerinden olan Kız Kulesi eşsiz İstanbul Manzarasına sahiptir. Hakkında bir çok efsane ve rivayet bulunan Kız Kulesi bugün Cafe, Bar ve Restaurant olarak ziyaret edilmektedir.
Üsküdar Tarihi Kız Kulesi
Mavi Gözlü Kız olarak isminden sıkça bahsedilen İstanbul’un mavi gözleri boğazın serin suları ise bu gözün bebeği de Kız Kulesi’dir.
Kız Kulesi için Hero&Leandros’un aşk hikayesi, Yılan’ın öldürdüğü kızın hikayesi ve Battal Gazi hikayelerinden bahsedilse de bu efsaneler gerçek olabileceği gibi sadece birer efsane de olabilir. Ancak, işin içinde hep bir kızın olması bu kulenin isminin Kız Kulesi olmasının kaçınılmazlığını sağlıyor.
M.Ö. 410 yılına kadar uzanan hikayesinde Kız Kulesi Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıİmparatorluğu, Bizans ve Roma dönemlerini geçirmiş buna rağmen düşe kalka da olsa günümüze sapasağlam gelmeyi başarmıştır.
Kız Kulesi her dönem kullanımı açısından farklılıklar göstermiş zaman zaman gözetleme kulesi, bazen bir kontrol noktası, son dönemlerinde ise kutlama yeri ve Restoran olarak döneminin insanlarına hizmet vermiştir.
Geçirdiği son restorasyon sonrasında 2000 yılından bu güne kapılarını açan Kız Kulesi artık Mavi Gözlü Kız İstanbul’un Göz Bebeği olarak, Restoran ve Cafe olarak yerli yabancı ziyaretçilerine hizmet veriyor.
Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel olan Kız Kulesi’nde Gündüzler Hafta sonu kahvaltıları, Cafeterya, Seyir kubbesi olan “Kuledebar” ile geçerken, Geceleri Akşam yemekleri, Düğün ve Özel toplantılar ve “Kuledebar” içerisindeki bar ile İstanbul’u bir başka açıdan izleme imkanını sunuyor.
Kız Kulesi’ne Üsküdar sahilinde Salacak mevkinden sürekli kalkan teknelerle ulaşmak çok kolay. Dilerseniz Kız Kulesi için yapılmış web sitesinden rezervasyon yaptırarak güzel bir İstanbul günü geçirmek sizin elinizde.
Kız Kulesi Nerede Nasıl Gidilir?
Üsküdar ‘dan: Üsküdar/Salacak’tan – Kızkulesi’ne ring seferleri: Hafta içi 12:30 – 18:30, hafta sonu ise 11:00 – 18:30 saatleri arasında ring seferi mevcuttur.
Galata Kulesi
İstanbul sülietine baktığımızda göze ilk çarpan simgelerden olan Galata Kulesi, tarihi yarımadayı, İstanbul Boğazını gören mükemmel manzarası ile Cenevizliler, Bizans, ve Osmanlı geçmişine tanıklık etmiş bir yapı olarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde Cafe, Bar ve Rastaurant olmakla birlikte görsel bir müze gibi ziyarete de açıktır.
Galata Kulesi’nde Tarih ve Lezzet bir arada
İstanbul’un simgelerinden olan Galata Kulesi, günümüzde özel bir şirket tarafından sadece turistik amaçlı işletilmektedir. 7 katı asansörle, 2 katı da yürüyerek çıkıp, Galata Kulesi’nin en üst katındaki restoranın içinden geçtikten sonra, Galata Kulesi’ni İstanbul’a açan balkona ulaşılır.
Balkondan İstanbul’u izlemenin keyfi harikadır. Dilerseniz Tarihi Galata Kulesi’nin üstünde bulunana restorantta lezzetli yemeklerin tadına bakarken, eşsiz manzaranın de keyfini çıkartabilirsiniz.
Galata Kulesi’nde ki restorant özellikle ramazan ayı içerisinde yaptığı organizasyonlarla ziyaretçilerine tekrarı zor bir gece yaşatıyor.
Günümüzde Galata Kulesi’nin yüksekliği 66,90 Metre, Dış çapı 16.45 Metre, İç çapı ise 8.95 Metredir. Duvar kalınlığı da 3.75 Metre civarındadır.
Galata Kulesi ziyaretinizden sonra kule dibi olarak bilinen çay ocağında çay içip Galata Kulesi’nin tadına bir de kule dibinden çıkartmanızı tavsiye ederim.
İstanbul’un simgeleşen tarihi yapılarından Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Galata Kulesi’nin M.S. sonra 507 yılında imparator Iustinianos zamanında yapıldığı aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan kuleye günümüzdekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir.
1509 depreminde büyük zarar gören Galata Kulesi, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Galata Kulesi, Kanuni Dönemi’nde Kasımpaşa tersanesi’nde çalıştırılan mahkum işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.
16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Galata Kulesi’nin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Galata Kulesi tekrardan hapishaneye dönüştürülür.
1638 yılında; Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takarak, Galata Kulesi’nden Üsküdar’a o meşhur uçuşunu gerçekleştirirken Osmalı tahtında 4. Murat oturuyordu.
17 yy.a doğru mehterhane takımına ev sahipliği de yapan Galata Kulesi; 1717den sonra artan İstanbul yangınlarıyla baş edebilmek için yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır.
3. Selim zamanında; Galata Kulesi onartıldıktan sonra, Kule’nin üst katına bir cumba eklenir.1831’de kule bir yangın daha geçirir. Bu sefer 2. Mahmut; Kule’nin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kule’nin tepesi kapatılır. O dönem onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’nın bir de yazıtı Galata Kulesi’ne yerleştirilir.
1875 yılında kuvvetli bir fırtınadan sonra, Galata Kulesi’nin tepesindeki külha benzer çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onartılır.
Galata Kulesi Nerede Nasıl Gidilir?
Galata kulesine gitmek isteyenler Anadolu yakasından Marmaray hattını kullanarak çok hızlı bir şekilde ulaşabilirler. Avrupa yakasında ulaşmak isteyenler Taksim istiklal caddesinden yürüyerek 15 dakikada ya da Karaköy’den 5 dakikada ulaşabilirler.
İstiklal Caddesi
İstiklal caddesi ile başlamak istedim İstanbul’da gezmeye… Taksim’in Beyoğlu’nun simgesi İstiklal caddesi.
İstanbul’un En Eski ve En Kalabalık Caddesi İstiklal Caddesi
İstanbul’un tarihine tanıklık eden en önemli noktalardan biri olan İstiklal Caddesi, işgallere, festivallere ev sahipliği yaptığı gibi bugün de alışverişin, eğlencenin ve İstanbul’un en önemli merkezidir.
Neden mi ? İster sevinçli olun, ister melankolik, ister çaresiz, ister aşık, dilerseniz sadece bir alışveriş kolik veya sadece bir Türk filmi karesi olun ilk gideceğiniz yer İstiklal caddesi.
Tünelden meydana, meydandan tünele kaç sefer yaptığımı bilemem tarihi tramvay sesiyle…Bazen düşünceli oluyorum, düşünürken bitiyor cadde, bazen paranın dibine vurmuş olurum alışveriş için, bazense lezzetinden vazgeçemediğim ve ilerde size bahsedeceğim bir lezzet durağını çekmiş olsun canım. Bir zamanlar işgal kuvvetlerinin şehre girişini gövde gösterisi haline getirdiği, İstanbul’un göz bebeği…
İstanbul’un vitrinlerinden simgelerinden birisidir İstiklal Caddesi. Pasajları, Kiliseleri, Mitingleri, Geceleri, Festivalleri, Tramvayı ile bir efsane. Alış verişte İstanbul’un bir çok yerinden önce ve özel koleksiyonları görürsünüz alışverişte. Nike, Adidas, Levis,Columbia, Mango, Diesel ve daha nicesi en güzel koleksiyonlarını ilk orada sergiler. Turistlerin de bol olması sebebiyle belediye zabıtalarının bile Ginger ( George W. Bush’un üstünden düşmeyi başardığı alet) kullandığı, Polis arabalarının ise Mini Cooper olduğu bir yer İstiklal caddesi.
Eğlence mekanları da fena değil hani, özellikle hafta sonu geceleri sabahın ilk ışıklarında biter İstiklal Caddesinde.
Gezi’ye İstiklal Caddesinden başlamak aslında en doğru tercih diyebilirim. Bir ucundan aşağı sallanırsanız Karaköy, bir ucu Tophane, diğer ucunda Dolmabahçe – Beşiktaş, az ileride Harbiye – Nişantaşı – Osmanbey – Şişli – Kurtuluş – Mecidiyeköy… İstiklal Caddesi uzun zamanımızı alacak ancak, şimdilik bu girizgah yeter…
İstiklal Caddesine Nasıl Gidilir ?
İstiklal Caddesine Avrupa yakasından ulaşmak isteyenler Leven – Taksim metro hattıyla taksime ulaşarak gidebilirler. Avrupa yakasından vapur ya da marmaray hattı ile hızlı bir şekilde ulaşabilirler.
Topkapı Sarayı
700 Yıllık Osmanlı İmparatorluğunun bir çok sırrının ve geçmişinin izlerini taşıyan, uzun yıllar devletin merkezi olarak kullandığı Topkapı Sarayı, Sarayburnundan İstanbul’un neredeyse tümüne hakim bir konumdadır. Padişahların, Sultanların ve Şehzadelerin yaşadığı yer olması yanı sıra Harem, Hazine gibi özel alanlara da ev sahipliği yapmıştır. Bugün, Osmanlı İmparatorluğunun değerli geçmişi ve İslamiyetin Kutsal Emanetlerinin sergilendiği çok büyük bir müze olarak ziyaret edilmektedir.
Osmanlı Emaneti Topkapı Sarayı
Kadıköy’den vapura binince hemen karşınızda tüm ihtişamı ile Eminönü’ye gidene kadar size eşlik eden Topkapı Sarayı, İstanbul’un fethi sonrasında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a ve Osmanlı Devletine kattığı nadide eserlerdendir. Zamanla büyümüş ve gereksinimlere göre eklemeler de yapılmıştır.
1460-1478 yılları arasında yapılan Topkapı Sarayı, Padişahların, Sultanların evi, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. Şehzadeler burada eğitilir, Devlet de buradan yönetilirdi.
Fatih Sultan Mehmed, “Yeni Saray” anlamına gelen Saray-ı Cedid adını vermişti bugünkü Topkapı Sarayına. Ancak, daha sonraları Sultan 1.Mahmud tarafından bizans surları yakınlarına yaptırılan ve önünde bulunan selam topları sebebiyle Topkapusu adındaki bu sahil sarayı bir yangınla tamamen kül olunca Saray-ı Cedid denilen Saray, Topkapı Sarayı adını almıştır.
Saray Planı, Fatih’in babası 2.Murad’ın Tunca Nehri kıyısında yaptırdığı bugün sadece kalıntıları bulunan, Edirne Sarayından ilham alındığı ve aynı ihtişam ve büyüklüğün Topkapı Sarayına örnek olmuştur.
Saray içerisinde Harem, Avlular, Bahçeler, Köşkler, Saray çalışanlarına ve Devlet idaresinde ayrılan bölümlerden oluşmuştur.
Bugün ziyaret etmek istediğinizde Topkapı Sarayında Harem ayrı bir bölüm ve ücrete tabi olmakla birlikte, 4 Avlu ve Bab-ı Hümayundan oluşur.
Bu bölümlerde Kutsal Emanetler, Padişah Silahları, Padişah Kıyafetleri, Saray Hazinesi, Mutfak Malzemeleri, Saraya hediye gelen yabancı devlet nişanları ve hediyeler ve Harem dairesi olarak sergilenmektedir.
Silahlar bölümünde, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Mehmed, I. Ahmed gibi birçok Osmanlı Padişahına, sadrazam, paşa, silahtarağa gibi üst düzey devlet adamlarına ait silahlar sergilenmektedir.
Has Oda ve Kutsal Emanetler bölümünde 24 saat boyunca Canlı olarak imamlar tarafından Kuran-i Kerim okunurken bu bölümde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır fethinden sonra Osmanlıya geçen Hilafet ile kutsal emanetlerde Osmanlı’ya geçmiştir.
Alemlerin efendisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hırka-i Saadeti, Sakal-ı Şerifi, Uhud savaşında kırılan dişinin muhafazası, Ayak izi, Ok ve Yayı sergilenmektedir.
Bunlara ilave zamanla peyderpey Osmanlıya gönderilen kutsal emanetler içerisinde, Kabe duvarındaki Hacer-ül Esved taşının da muhafazası, Hz. Musa’nın Asası, Hz. Davud’un kılıcı, Hz. Yusuf’un cübbesi, Hz. Fatmaya ait gömlek, hırka, seccade ve ashab-ı Kiram’a ait kılıçlar sergilenmektedir.
Saray Hazinesi bölümünün kuşkusuz ki yıldızı ve dünyaca ünlü mücevher 86 karat ve çevresinde 49 elmas ile süslü Kaşıkçı Elması’dır. Kaşıkçı elması ile birlikte sergilenenler arasında çeşitli diyarlardan gelen hediyeler, mücevherler, şehzade ve padişahların yaptırdığı Osmanlı İmparatorluğunun şanını ve büyüklüğünü simgeleyen birbirinden değerli Ok ve Yay torbaları, Nişanlar gibi birçok mücevher sergilenmektedir.
Saray’da gezerken dinlenebileceğiniz ve İstanbul’a ve Osmanlı’ya özgü hediyelikler alabileceğiniz mağaza ve cafe yer almaktadır.
İstanbul’u gezerken mutlaka uğramanız gereken yerler listesinde ilk sıralarda yer almasını tavsiye ediyorum.
Osmanlı tarihi, Ecdadımızın yaşamı ve ihtişamlı İstanbul’dan çok güzel eserler sizi başka bir dünyaya götürecek.
Topkapı Sarayına Nasıl Gidilir?
Topkapı Sarayına ulaşmak çok kolay, Ayasofya Müzesi’nin hemen yanından büyük bir kapıdan giriş yapmanız mümkün.
Eminönü’ne geldikten sonra ister yürüyerek 15 dk. ister tramvay ile 3-4 dk içinde gitmeniz mümkün.
Mısır Çarşısı
Eminönü’de yer alan Mısır Çarşısı özellikle baharatların, şifalı otların satıldığı bir pazar olarak kurulmuştur. Bugün yine şifalı otların, baharatların satıldığı çarşı da çeşitli organik gıda maddeleri de satılmakta olup, yerli yabancı turistler tarafından sıkça ziyaret edilen bir mekandır. İstanbul’un en kalabalık yerlerinden biri olarak sayabiliriz.
İstanbul’un En Eski Çarşısı Mısır Çarşısı
Mısır Çarşısı, genel olarak şifalı bitki satan aktarları, baharatçıları, kurutulmuş bitkileri, organik besinleri, kuruyemişçileri yanı sıra çeşitli gıda maddeleri ve şarküterileri bulabileceğiniz sağlıklı bir pazar olarak geçmişten günümüze gelmiştir.
Bugün de yerli yabancı binlerce turiste ev sahipliği yapan Mısır Çarşısında daha içeri girdiğinizde baharatların ve şifalı bitkilerin kokusu ile sizi bir başka diyara ve sağlıklı bir dünyaya götürecek. İçerideki kokuların bile verdiği güveni hissedebilmek mümkün.
Kapalı Çarşıya benzeyen ancak daha küçük olan Mısır Çarşısı, Osmanlı Devletinde 34 yıl Valide Sultanlık yapan, Kösem Sultan’ın gelini, 4 yaşında Osmanlı Padişahı olan 4. Mehmed’in validesi Turhan Sultan tarafından 1664 yılında yaptırılan Mısır Çarşısı, Eminönü Yeni ile Çiçek Pazarı arasında yer almaktadır.
İki ana giriş kapısı Eminönü ve Sultanhamam yanı sıra Tahtakale, Mercan, Süpürgeciler gibi yan kapıları ile hayata bağlanmaktadır.
Son zamanlarda çok moda olan bir beslenme tarzı ile karşı karşıyayız. Organik Beslenme…
Maalesef çok farklı ve katkı maddeleri içeren besinler ile beslenmemiz, hayatın getirdikleri, götürdükleri, stres, şeker, genetik gibi bir çok etkene bağlı veya değil bir çok tartışma konusu içerisinde yaşadığımız bir gerçek Kanser Hastalığı sayesinde hayatımıza girdi Organik beslenme.
Geçmişteki insanlar için normal sayılabilecek doğal ürünleri bugün Mısır Çarşısı gibi ender bulunan Organik Pazarlarda bulup, sağlıklı beslenmeye ve mevcut hastalıklarımızı şifalı bitkiler yardımı ile vücutlarımıza kimyasal zehirleri almadan atmaya çalışıyoruz.
Mısır Çarşısına gidince aslında bende alışveriş delisi gibi oluyorum. Süper kokuları, ve kendine çeken cazibeli bitkileri ve çayları denemek için saldırıyorum. Favorilerim biraz klasik ancak çok lezzetli; Ihlamur, Kuşburnu, Elma ve Gül tohumu çayları, Meşhur Gümüşhane Kömesi, Pestil Muskası gittiğimde mutlaka alışveriş sepetimde olmazsa olmazlarım oluyor.
Sağlıklı beslenmek bir yana değişik lezzetleri ve tarihi kokusuyla Mısır Çarşısını görmek, atmosferini yaşamak size iyi gelecektir.
Mısır Çarşısı Nerede Nasıl Gidilir?
Mısır çarşısına gitmek isteyenler avrupa yakasından Eminönü tramvay hattı yada Eminönüne giden otobüs hatlarıyla ulaşabilirler. Anadolu yakasından gitmek isteyenler ise vapur hatlarını ya da marmaray hattını kullanarak hızlı bir şekilde ulaşabilirler.
Kapalı Çarşı
İstanbul’un en büyük çarşısı olan Kapalı Çarşı, Dünya’nın da en eski çarşısı olarak İstanbulumuzun önemli merkezlerindendir. İstanbul’un fethi sonrasında Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Halı, Kilim ve Değerli ziynet eşyalarının bolca satıldığı bir çarşı olarak hizmet vermektedir. Çoğunlukla kuyumculara ev sahipliği yapmakta olan mekan İstanbul’un altın merkezi gibidir.
İstanbul’un Ekonomik Kalbi Kapalı Çarşı
Dünya’nın En Eski ve En Büyük Kapalı Çarşısıolan Kapalıçarşı Beyazıt, Mercan ve Nuriosmaniye arasında yer alıyor.
İçerisinde 24 Kapı, 5 Cami, 10 kuyu, 7 Çeşme 1 Şadırvan, 1 Mektep 1 Sebil, 4bin kadar dükkan, yaklaşık 66 cadde ve sokak buluyor.
11 Ana kapıdan en bilinenleri Beyazıt, Nuriosmaniye, Mahmutpaşa ve Kuyumcular’dır.
Gün içerisinde en yoğun anlarında yarım milyon kadar insana ev sahipliği yapan Kapalıçarşı’nın temeli 1461 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmaya başlanmıştır ancak asıl büyük bölümleri Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
Çarşı içerisindeki dükkanların tamamı aynı genişlikte olacak şekilde oluşturulmuş ve her bölümde ayrı meslek grupları işleyecek şekilde yapılandırılmıştır. Ancak günümüzde çoğunlukla kuyumcular, mücevheratçılar ve turistlerin ilgisini çeken ürünlerin satıldığı dükkanlara yerini bırakmıştır.
Var olduğu her dönemde İstanbul’un kalbi olmayı başaran Kapalıçarşı halen İstanbul’un en büyük merkezlerindendir. İstanbul’un kalbi konumundaki bu büyük çarşıyı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Dolmabahçe Sarayı
Anadolu coğrafyasının en önemli iki devletinin geçmişine tanıklık eden Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı Devletinin son hükümdarlarına ev sahipliği yaptığı gibi cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de İstanbul ziyaretlerinde konakladığı ve son nefesini verdiği sarayıdır. Bugün Osmanlı ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarının geçmişinden gelen anıların izine rastlanabilen bir müze olarak ziyarete açıktır. Atatürk’ün son nefesini verdiği odası yatağı ve eşyaları aynı şekilde muhafaza edilmiştir.
İstanbul’un İncisi Dolmabahçe Sarayı
Dünya’nın en güzel manzaralı saraylarının bulunduğu İstanbul’un, denize sıfır konumdaki Dolmabahçe Sarayı bugün hala eski ihtişamı ile boğazdan geçen gemileri selamlamaktadır.
Kara tarafındaki bulvarı ve ihtişamlı kapısı ,deniz tarafında ise muhteşem manzarası olan Dolmabahçe Sarayı’nın yapımı, ihtişamı ile dillere destan Topkapı Sarayı’nın bile pabucu dama atmıştır dönem itibariyle.
Bundan 400 yıl öncesinde Osmanlı Kaptan-ıDeryasının gemilerini demirlediği, geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı Boğaziçi’nin bu güzel büyük koyu zamanla bataklık olacak, Padişahların eğlendiği bir hasbahçeye dönüştürülmek için doldurulacak ve sonrasında üzerine inşa edilen konaklar, kasırlar ve saray uzun yıllar Beşiktaş Sahil Sarayı olarak anılacaktı.
Sonraları Dolmabahçe Sarayı adını alacak olan bu eşsiz eser, Dünya’nın gördüğü en büyük liderlerden biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün son nefesini verdiği saray olarak bir başka tarihe tanıklık edecekti.
Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayın inşaatı, Haziran 1843 tarihinde başlarken çevre duvarlarının tamamlanması ile birlikte 7 Haziran 1856 tarihinde kullanıma açılmıştır.
Batılılaşma sürecinde inşa edilen sarayda, Fransız Baroku, Alman Rokokosu, İngiliz Neo Klasizmi, İtalyan Rönesansı karışık bir şekilde uygulanmıştır. Bu sayede Mimari özellikleri açısından belirli bir tarzın sembolü olamamıştır.
sahil kıyısında 3 katlı, kara tarafında ise 4 katlı bir yapıya bürünen sarayın Sahil Şeridi 600 metrelik uzunluktadır.
285 odası ve 43 salonu bulunan sarayda, Tören ve Balolar için bir büyük salon bulunur, 56 sütunlu kabul salonu 750 ışıkla aydınlanan, İngiliz yapımı 4,5 tonluk muazzam kristal avizesi ile mükemmel bir ihtişama sahiptir.
Dolmabahçe Sarayının ana yapısı; Mabeyn-i Hümayun (Selamlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Adlarından da anlaşıldığı gibi Mabeyn-i Hümayun, Devletin yönetildiği merkez olarak kullanılan bölümdür.
Harem-i Hümayun’da padişah ve ailesinin özel yaşam alanı bulunurken, Muayede Salonunda bayramlaşmalar, misafir devlet başkanları ve önemli şahsiyetlerin ağırlanması için kullanılıyordu.
Dolmabahçe Sarayında, mekan düzeni, oda ve salon ilişkileri açısından, geleneksel “Türk Evi” plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapıdır. Beden duvarları taştan, iç duvarlar tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır.
Çağın teknolojisine de ayak uyduran Dolmabahçe Saray’ına, 1910-1912 yıllarında elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir.
6 padişah ve son Osmanlı Halifesi Abdülmecid’e ev sahipliği yapan Dolmabahçe Sarayı. 1927- 1949 yılları arasında Saray, Cumhurbaşkanlığı olarak kullanılmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış ve 10 Kasım 1938′de Saat 09.05′te 71 nolu odada vefat etmiştir.
1926-1984 yılları arasında protokol ve ziyarete kısmen açık olan Saray, 1984 yılından itibaren “Müze-Saray” olarak ziyarete açılmıştır.
3 Kıtaya Hükmeden Osmanlı İmparatorluğuna ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ev sahipliği yapan bu eşsiz eserin görmek Türk Kültürü ve mirası açısından çok güzel bir deneyim olacaktır.
Arkeoloji Müzesi
Dünya’nın ilk aşk şiirinden tutun da Büyük İskernder’in lahitine kadar dünya geçmişine ait bir çok eserin toplandığı İstanbul Arkeoloji Müzesi sadece Anadolu’nun değil dünyanın geçmişinden çok önemli eserlere ev sahipliği yapmaktadır. Her yaştan insanın ilgisini çekebilecek zengin bir koleksiyona sahiptir.
Dünya Geçmişi Arkeoloji Müzesi’nde
Türkiye’nin ve İstanbul’un en eski müzesi olma unvanını taşıyan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Osmanlı Devleti tarafından Türkiye Cumhuriyetine miras kalan, dünyaca ünlü çok önemli bir kurum olan Müze-i Hümayun’un günümüzdeki devamıdır.
Bir milyondan fazla Eski eserlerin ve kalıntıların sergilendiği müze eskilerin aksine önemli bir şekilde çok modern bir düşünce ile Dünya’da Müze olarak inşa edilen ender yapılardandır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak çoğul bir isimle anılma sebebi ise bir arada bulunan Çinili Köşk, Arkeoloji Müzesi, Eski Şark (Doğu ) Eserleri olmak üzere 3 ayrı köşkteki müzeleri aynı çatı altında toplamasından kaynaklanır.
1869 yılında kurulan Müze-i Hümayun, 13 Haziran 1891 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak resmen açılmıştır. Osmanlı döneminde Galatasaray Lisesi (Mektep-i Sultaniye) öğretmenlerinden Edward Goold ilk müze müdürü olarak kayıtlara geçtiyse de İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Sadrazam Edhem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi Bey’in müze müdürü oluşuyla Dünya sahnesinde ve Türk müzeciliğinde önemli işler yaparak derin izler bırakmıştır.
Nemrud Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Aiolia Nekropolleri’nde ve Lagina Hekate Tapınağı’nda kazılar yapmış ve burada elde edilen eserlerin müzede toplanmasını sağlamıştır.
1887-1888 yıllarında günümüzdeki Lübnan’da bulunan Sayda’da yaptığı kazılar sonucunda Krallar Nekropolü’ne ulaşmış ve dünyaca ünlü İskender Lahdi başta olmak üzere pek çok lahit’i Türk Müzeciliğine kazandırmıştır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinde; Hammurabi Kanunları, tarihteki ilk Aşk Şiiri, tarihteki ilk barış antlaşma Kadeş Antlaşması, Mısır’daki mezar buluntuları ve İskender Başı Heykeli gibi dünyaca ünlü eserler sergilenmektedir.
İstanbul’daki Neo-Klasik mimarinin en güzel ve görkemli örneklerinden olan Arkeoloji Müzesi, ihtişamı ile son derece dikkat çekici bir mimariye sahiptir. Uzun cephede geniş merdivenlerle ulaşılan iki girişi, dörder sütun ve alınlıklarla bir tapınak görünümündedir.
Alınlıkta Müzeyi yaptıran padişah 2.Abdülhamid’in mührü yer almaktadır.
Müze kompleksi içinde bulunan Çinili Köşk’te; 11.- 20.yüzyıl başlarının tarihini taşıyan Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yaklaşık 2000 çini eserleri bulunmaktadır. Çinili köşkün odalarında Kütahya, Çanakkale, İznik olmak üzere çeşitli yerlerde yapılan çinilerin yapıldıkları yere göre ayrı sergilenmektedir.
Eski Şark (Doğu) Eserleri Köşkünde ise; Anadolu ve Mezopotamya’nın Yunan öncesi, Mısır ve Arap Yarımadası’nın İslam öncesi çağlarına ait eserlerinden oluşur. Bu eserlerin bir çoğu 19. yüzyıl sonunda başlayıp, I. Dünya Savaşı’na kadar süren arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmış ve bu ülkelerde o dönemde hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’a getirilmiştir. Bu bölümdeki eserler de bulundukları bölgeler ve kronolojik sıralarına göre bir arada sergilenmektedir.
İstanbul Sultanahmet semtinde, Gülhane Parkı’ndan Topkapı Sarayı’na çıkan Osman Hamdi Bey yokuşunda yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, 1993 yılında Avrupa’da Yılın Müzesi seçilerek “Avrupa Konseyi Müze Ödülü”nü almıştır. Müzeye giriş ücreti ise sadece 10 TL.
Bu eşsiz eserleri ve dünya tarihini görme deneyimini yaşamanızı şiddetle tavsiye ederim.
İstanbul Modern
Karaköy limanındaki bir kaç antreponun düzenlenmesiyle oluşturulan İstanbul Modern, yerli yabancı bir çok sergiye ev sahipliği yapmaktadır. Mükemmel bir manzaraya sahip olan İstanbul Modern’de Body Wold’s İstanbul, Salvador Dali, Van Gogh gibi dünyaca ünlü sergiler sanat severlerle buluşmuştur.
Modern İstanbul’da, İstanbul Modern
Eczacıbaşı ailesi öncülüğünde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 2004 yılında İstanbul’un en güzel manzaraına sahip yerlerinden birine denize sıfır konumda Karaköy’de kurulan İstanbul Modern, T.C. Denizcilik İşletmelerinin kuru yük depolarından olan 4 nolu antreponun Müze olarak düzenlenmesi ile oluşturulmuştur.
Her perşembe günü koleksiyonlarını ücretsiz olarak tüm ziyaretçilere sunan İstanbul Modern sergi salonları iki ana bölümden oluşmaktadır.
Üst katta müzenin koleksiyonu yer alıyor. Büyük salonda ise modern ve çağraş Türk sanatının gelişimi sanatçılar ve eserleri ile anlatılırken, eserlere çeşitli yazılar ve gelişim sürecinin politik, ekonomik, kültürel ilerleyişi anlatılıyor.
Küçük salonunda ise Türkiye’den ve farklı bölgelerden günümüz sanatının önemli temsilcilerinin eserleri birlikte sergilenmektedir.
Alt katta Süreli Sergiler Salonu, Fotoğraf Galerisi ve Kısa Süreli Sergi bölümünde aynı anda iki ya da üç süreli sergi sanatseverlerle bir araya gelmektedir.
Bu salon aynı zamanda görsel sanatlar alanındaki güncel dönüşümlere işaret eden büyük ölçekli ve uluslararası sergilere ev sahipliği yapmaktadır.
Karaköy’deki Meclis-i Mebusan caddesinde bulunan Liman işletmeleri içerisinde yer alan İstanbul Modern’e ulaşmak çok kolay. Karaköy vapur iskelesinden inince sağ tarafa doğru 5 dk kadar yürüyerek kolayca ulaşabileceğiniz bir yerde. Dilerseniz Eminönü tramvay hattı ile Tophane durağında inerek de çok kolay bir şekilde İstanbul Modern’e ulaşabilirsiniz.
İstanbul Modern, aynı zamanda Dünya’nın önemli şehirlerinde İstanbul Modern olarak Türkiye’nin farklı temalarda resim, fotoğraf sergileri ile tanıtımını yaparken, İstanbul Modern Koleksiyonundan seçilen özel parçaların sergilenmesiyle çeşitli ülkeler ile Türkiye arasındaki özel günlerin kutlanması ve diplomatik ilişkilerin sanat yolu ile kuvvetlendirilmesi sağlanmaktadır.
İstanbul Modern çeşitli eğitimler, atölye çalışmaları, söyleşileri ve mevcut sinema salonu sayesinde sanatın her alanında gelişimi ve dünya ile Türkiye arasındaki senkronizasyonu sağlamaya çaba gösteriyor.
Body World İstanbul, Salvador Dali, Van Gogh sergileri İstanbul Modern’de süreli sergiler olarak yer alan ve çok ilgi çeken sergilerdendi.
İstanbul Modern resmi internet sitesinde hazırladığı özel mağaza bölümü ile sanat eserlerini çeşitli kişisel ve dekoratif ürünlerle birleştirerek hem güzel birer hatıra hemde müze için gelir elde etmektedir.
İstanbul Modern Nerede Nasıl Gidilir?
Müze, Nusretiye Camii’nin arkasındaki rıhtımda yer almaktadır. Belediye otobüsleri ve tramvayı kullananlar, Tophane durağında inerek müzeye ulaşabilirler. Müze girişindeki ücretli otopark, arabalarıyla gelen müze ziyaretçilerinin hizmetine sunulmuştur.
YediKule Zindanları
Geçmişi Bizans’a dayanan Yedi Kule Zindanları, Osmanlı İmparatorluğunda da kullanılmıştır. Zindan, Hazine Merkezi ve Devletin önemli misafirlerinin de ağırlandığı bir saray gibi kullanılmıştır. Genç Osman’ın da boğdurulduğu yer olarak tarihte yerini almıştır.
İstanbul Açık Hava Müzesi Yedi kule Zindanları
2. Teodosios 413-439 yılları arasında bugünkü Yedi Kule Zindanlarını yaptırdığında ne 7 kulesi vardı ne de zindan olarak kullanılıyordu.
Bizans’a gelen önemli misafirlerin ihtişamlı bir şekilde karşılanması ve konuk edilmesi için yaptırılan Yedi Kule Zindanlarına ilk kuleler, 2. Teodosios’un oğlu tarafından dört kule, gözlem kulesi amacıyla yaptırılmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra çağı değiştiren Fatih Sultan Mehmed, yedi kule zindanlarını da değiştirip 3 kule daha eklettiği ve kulelerini surlarla birleştirirken bugünkü adına sebep olan 7 kule tamamlanmış oldu. Bu kulelerin de isimleri vardı.
Yedi Kule Zindanları; Genç Osman, Cephanelik, 3.Ahmet, Hazine, Zindan, Top ve Bayrak kulesi olmak üzere adlandırılırken, bazı kaynaklarda Güney Pylon Kulesi, Kuzey Pylon Kulesi, Kitabeler Kulesi olarak üç farklı kule ismine de rastlanmaktadır.
Buna sebep olarak değişen zaman koşulları, Genç Osman’ın katledilmesi gibi tarihi olayları göstermek mümkün diye düşünüyorum.
Bu dönemlerde yedi kule zindanları devletin hazinesinin saklandığı yer olarak kullanılıyordu.
Daha sonraları hapishane olarak kullanılmaya başlanırken ünlü mahkumların hapishanesi olarak biliniyordu. En ünlü mahkumu ise genç yaşta tahta çıkan ve Yedi Kule Zindanlarında yeniçeriler tarafından hunharca öldürülen Genç Osman, namı diğer 2. Osmandır.
Yedi Kule Zindanlarında misafir edilen diğer ünlü mahkumlar ise; Trabzon Rum İmparatoru David Kommenos ve oğulları, son Abbasi Halifesi 4. Mütevekkil ve Kırım Hanı Mehmet Giray’dır.
Son yıllarda özel bir şirkete kiralanan Yedi Kule Zindanlarında bir dönem konserler ve etkinlikler de düzenlenmiş olup şu an Müze olarak ziyaret edilebilmektedir.
YediKule Zindanları Nerede Nasıl Gidilir
Sarayburnu ile Bakırköy arasındaki sahil yolunda bulunan Yedi Kule Zindanlarına ulaşmak hiç de zor değil.
Selimiye Kışlası
3. Selim tarafından yaptırılmış bir kışla olan Selimiye Kışlası, Anadolu Yakasından tarihi yarımada ve İstanbul’un eşsiz manzarasına hakim bir konumdadır. Bir süre Askeri Orta Okul olarak kullanılmıştır. 1. Ordu Karargahı ve Florance Nightingale Müzesini de içinde bulunduran Selimiye Kışlasının bahçesindeki büyük bayrak direği Türkiye’nin en uzun bayrak direği olma özelliğindedir.
İstanbul’un Heybetli Simgesi Selimiye Kışlası
İstanbul Anadolu yakasından İstanbul’un Tarihi Yarımadasına tüm heybetiyle gövde gösterisi yapan Selimiye Kışlası’nın yerinde önceleri Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bir saray vardı. Sarayın yerine 3. Selim tarafından kurulan düzenli ordu Nizam-ı Cedid askerleri için 1794-1799 yıllarında yaptırılan ahşap kışla ile başlar Selimiye Kışlasının hikayesi.
1807 yılındaki Yeniçeri ayaklanmasıyla yıkılan ahşap kışla günümüze ulaşamazken, Sultan II.Mahmud 1827-1829 yılları arasında kışlanın yerine dönemin ünlü mimar ailesi Baylanlardan Mimar Krikor Balyan’a Kagir (taştan) bir kışla yaptırmıştır. Sultan Abdülmecid döneminde yapılan düzenlemeler ve dört köşesine eklenen yedişer katlı kulelerden sonra Selimiye Kışlası bugünkü halini almıştır.
1854 Kırım savaşında İngiliz askerlere tahsis edilen kışlada, Modern Hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale İngiliz askerlerin tedavisi ile ilgilenmiştir. Florence Nightingale ve arkadaşlarının kaldığı oda bugün Florence Nightingale Müzesi olarak deniz tarafındaki kuzeybatı kulede bulunmaktadır.
1959 ve 1963 yılları arasında Selimiye Askeri Ortaokulu olarak kullanılan kışla, bugün Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı 1. Ordu Karargahı olarak kullanılmaktadır.
Üniversite yıllarında bir 19 Mayıs günü ziyaret ettiğimizde bizlere subaylar Selimiye Kışlasını ve Florence Nightingale Müzesini de gezdirmişti. Kışla binasının bahçesinde bulunan bayrak direği ise 68 metrelik yüksekliği ile Türkiye’nin En Yüksek Bayrak Direği olma unvanını taşıyor. 20 Temmuz 2005′te hizmete giren bayrak direği 12 Ton ağırlığında ve 15×10 metrelik kocaman bir Türk Bayrağını şerefle taşıyor.
Ziyaretçiler; I.Ordu Komutanlığı’na iki gün öncesinden kimlik fotokopisi ve gezi saatlerini faks çekerek (0216) 556 8000 Selimiye Kışlası gezebilmektedir.
Rumeli Hisarı
Rumeli Hisarı, İstanbul Boğazı’nın en dar noktası olan yerde bugünkü Sarıyer ilçesi sınırlarına Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethi öncesinde İstanbul’a Karadeniz’den gelecek yardımları engellemek için yaptırılmıştır.
Boğaz’ın İncisi Rumeli Hisarı
Rumeli Hisarı’nın 90 günde yapılan 3 büyük kulesi Dünya’nın en büyük hisar burçlarıdır. Bu burçların dışında 13 irili ufaklı burca sahip olan Rumeli Hisarı’nın deniz tarafındaki kısmının inşaatını bizzat Fatih Sultan Mehmed üstlenmiştir.
İstanbul’un fethi öncesine dayanan tarihi ile Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’a fetih öncesi kuzey’den gelebilecek yardımları engellemek amacı ile yaptırılan Rumeli Hisarı, kuş bakışı bakıldığında arapça Muhammed yazısını göstermektedir.
İstanbul Boğazının süper manzarasına hakim olan Rumeli Hisarı, İstanbul’un fethinde kullanılan ve haliç’i kapatan zincirler gibi eserlerin sergilendiği bir açık hava müzesi olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda Açık Hava konserlerinin de yapıldığı hisar ziyarete açıktır
Günümüzde Rumeli Hisarı, İstanbul’un fethi sırasında Haliç’i kapadığı söylenen zincirler, top ve gülleler açık olarak sergilenmek üzere müze olarak hizmet vermektedir.
Aynı zamanda yaz aylarında Rumeli Konserleri ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.
Eminönü Yeni Cami
Yapımı çeşitli sebeplerle tam 74 yıl süren Eminönü Yeni Cami (Valide Sultan Cami), yapılana kadar 8 Osmanlı Padişahı taht değiştirmiştir. Eminönü meydanında yer alan cami Mısır Çarşısı ile aynı külliyede yer almaktadır.
Yapımı 74 Yıl Süren Eminönü Yeni Cami
İstanbul’un en kalabalık yerlerinden biri olan Eminönü meydanında bulunan Eminönü Yeni Cami, namı diğer Valide Sultan Cami önünden belkide defalarca geçtiğiniz bir yapı. Osmanlı Devleti döneminde yapımı en uzun süren yapı olarak da tarihe geçmiş bir yapıdır.
Öyle ki yapının başlangıcından bitimine Osmanlı Devleti Tahtından 3. Murat, 3.Mehmet, 1. Ahmet, 1. Mustafa (2 Kez tahta çıktı bu sürede), 2. Osman(Genç Osman), 4. Murat, 1. İbrahim, 4. Mehmet olmak üzere 8 Osmanlı Padişahı geçmiştir.
1589 yılında 3. Murat’ın karısı Safiye Sultan adına yapımına başlanan caminin yapımı o kadar uzun sürmüş ki Safiye Sultan adına yaptırılan camiyi görememiş. Cami yapımı önce Davut Ağa’nın Veba salgınında vefat etmesi ve sonrasında ise 3.Mehmet ve Safiye Sultan’ın vefatı ile bir süre durdurulduktan sonra 1661 yılında bu kez bir başka Valide Sultan, 4. Mehmet’in annesi Turhan Sultan tarafından yapımı yeniden başlatılmıştır. Neyse ki bu başlangıç sonrası inşaat kısa sürmüş ve 2. yılın sonunda 1663 yılında cami bir cuma namazında ibadete açılmıştır.
Cami yapımına başlayan Mimar Sinan’ın talebesi Davut ağa, Dalgıç Mehmet Ağa’ya devrettiği inşaatı yarım yüzyıl sonra tamamlamak Mustafa Ağa’ya nasip olmuştur.
Cami Külliyesinde; Mısır Çarşısı, Türbe ve Hünkar Kasrı’ndan oluşan yapılar yer alırken, Yeni Cami (Valide Sultan Cami) türbesinde; Hatice Sultan ile birlikte 2. Mustafa, 1. Mahmut, 3. Ahmet ve 4.Mehmet’in sandukaları bulunur.
Eminönü Yeni Cami (Valide Sultan Cami) külliyesinde yer alan Mısır Çarşısı günümüzde de tüm ihtişamı ve kalabalığı ile işlemeye devam etmektedir.
Bugün Eminönü Yeni Cami deniz tarafındaki kapısından baktığınızda karşınızda tüm ihtişamı ile Galata Kulesi ve Köprüsü yer alırken, bugün deniz ile Külliye arasında kalan geniş alan cami temelleri atıldığında tamamen denizle kaplıymış.
Eminönü Yeni Cami ve Külliyesi etrafındaki manzarası, külliye içerisindeki çeşitlilik dolayısıyla turistler ve fotoğrafçılar açısından eşsiz bir yapı olarak İstanbul’un göbeğinde yer almaktadır. Bu kalabalığın içinde normal vakit namazlarında yaklaşık 1500, Cuma namazlarında ise 7000-8000 kadar bir cemaate ibadet etme şansı vermektedir.
Süleymaniye Cami
Mimar Sinan’ın kalfalık eserim dediği ve İstanbul’un en hakim tepelerinden birine inşa ettiği Süleymaniye Cami, adı üstünde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Bir çok mimarlık sırrını bu camide uygulayan Mimar Sinan ve Kanuni’nin türbeleri de bu cami külliyesi içerisindedir. Tarihte Mimar Sinan’ın cami içerisinde nargile içtiği iddia edilen olay bu cami yapımında vuku bulmuştur.
Muhteşem Süleyman’ın Yaptırdığı Muhteşem Cami
Kanuni Sultan Süleyman, Dünya’nın Muhteşemi ve Osmanlı’nın ise Kanunisi yaptırmak istediği camii için Mimar Sinan’ı görevlendirdiğinde İstanbul’un siluetine böylesine bir damga vuracağını düşünür müydü bilinmez ancak, Mimar Sinan bu eseri bitirdiğinde Süleymaniye Camii için kalfalık eserim diyecekti.
1557 yılında yapımı tamamlanan Süleymaniye Camii, Hamam, Dükkan, Kervansaray, Okul, Kütüphane ve Aşevi’nden oluşan bir kompleksin parçasıdır.
Osmanlı’nın en görkemli döneminde inşa edilen Süleymaniye Camii Osmanlı mimarisininözelliklerini taşımakta olup en nadide eserlerindendir.
Süleymaniye Camii mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılı bulunmaktadır.
Süleymaniye Camii aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın da türbelerine ev sahipliği yaparken Mimamr Sinan’ın türbesi de Külliyenin dış avlu duvarlarının karşısındadır.
İstanbul’un fethinden sonraki 4.padişah olması nedeniyle 4 minaresi bulunan Süleymaniye Camiinde bulunan 10 şerefe ise Osmanlı İmparatorluğunun 10. Padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman’ı simgelemektedir.
Mimar Sinan’ın “Kıyamete Kadar Yıkılmayacak” dediği Süleymaniye Camii yapımında bir çok sırrı ile günümüz mimarlarını şaşırtmayı başarmıştır.
İşte Süleymaniye Cami sırlarından bazıları;
1- Cami içerisinde bulunan deve kuşu yumurtaları, kurumuş deve kuşu yumurtasının böcekleri ve örümcekleri kovan ancak insanların alamadığı bir koku yayması idi.
2- Caminin günümüze yakın bir tarihte restore edileceğini ön gören Mimar Sinan, cami restorasyonu ve yapımını günümüz mimarlarına anlatan bir mektubu cami içerisinde saklamış ve restorasyon ihtiyacı olduğu sırada bu mektuba ulaşılmıştır.
3- Cami içerisinde akustik sağlamak için cami ana kubbesi içerisinde 65 turşu küpü boş ve ters olarak yerleştirilmiş ve vaizin sesinin kusursuz bir akustikle tüm camiye yayılması sağlanmıştır.
Bu akustik testi ile ilgili Mimar Sinan ve Kanuni Sultan Süleyman’ı karşı karşıya getiren meşhur cami içinde nargile içme olayı meydana gelmiştir.
4- Cami içinde kurulan hava akımı, kandillerden çıkan isleri toplayıp bir noktada toplamayı sağlarken bu isler mürekkep yapımında kullanılmıştır.
5- İs odasına açılan 2 pencereden bakıldığında birinde cami içinde Allah yazılı levha, diğerinde ise Muhammed yazılı levha görülmekte.
İstanbul’un ve Mimar Sinan’ın bu en nadide eserlerinden olan Süleymaniye Cami’ni mutlaka görmeli ve devrin atmosferini yaşamalısınız.
Mihrimah Sultan Cami
Mimar Sinan’ın İstanbul’a armağan ettiği ve birbiri ile bir çok sırrı barındıran camiler Edirnekapı ve Üsküdar’da konumlandırılmıştır. Camilerin bulunduğu yerlerin kendine has özellikleri vardır. Ve Mimar Sinan’ın sırlarından birisi de bu camilerin birinin ardından doğan güneş, diğer caminin ardına batmaktadır.
Mimar Sinan Eserleri Olan Mihrimah Sultan Camileri
Mihrimah Sultan, Muhteşem Yüzyıl dizisi ile canlanan Osmanlı Kültürü ve dizide Pelin Karahan’ın usta oyunculuğu ile canlandırması sayesinde son zamanlarda ismi çokça duyulurken, belki şimdiye kadar Üsküdar iskele karşısındaki tarihi caminin ismi hiç bu kadar ilgimizi çekmemiştir.
Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Haseki Hürrem Sultan’dan olan kızı olup, Sultan Süleyman’ın da tek kızıdır.
Yazar Sunay Akın’ın son kitabı Geyikli Park’ta bahsedilirken Güneş ve Ay, bazı kaynaklarda ise Farsça Ayın içindeki Güneş anlamına gelen Mihrimah, Mihrimah Sultan Camilerinin de şifresini bir anlamda içermektedir. Nisan ve Mayıs aylarında Bayezid yangın kulesinden, Mihrimah Sultan (Üsküdar) Cami’sine doğru bakıldığında; sabah gün doğumunda Caminin iki minaresi arasından güneşin doğuşu ve akşam gün batımında ise (Hicrî takvime göre her ayın 14′ünde) ayın doğuşu izlenebilmektedir.
Aynı kuleden batı ufkuna Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisine doğru bakılır ise; sabah ayın akşam da güneşin batışı izlenebilmektedir.
Üsküdar’daki cami arkasından güneş doğarken, Edirnekapı’daki cami arkasında ay gizlenmeye başlamaktadır. Bu şifreleri Mimar Sinan mı camilerin ardına gizledi yoksa Muhteşem Süleyman’ın fikri midir bilmiyorum ancak, her iki camiyi de Mimar Sinan’a yaptıran Sultan Süleyman’dır.
İstanbul’un boğaz kıyısında yapılan Üsküdar Mihrimah Sultan Cami Eski İstanbu’un Anadolu girişinde İstanbul’un ihtişamlı manzarasına komşu olurken, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi, Rumeli tarafından İstanbul’a girenleri İstanbul’un kapısında karşılayan bir asker gibidir.
İstanbul’da Üsküdar (1540-1548) ve Edirnekapı’da(1562-1565) yer alan Mihrimah Sultan Camileri ilk yapılışında tek minareli yapılırken ilk olarak Üsküdar’daki cami inşa edilmiştir. 3. Ahmet döneminde minareler arasında mahya kurulması için Üsküdar’daki cami’ye ikinci bir minare eklenmiştir.
Klasik Osmanlı sanatının eserlerinden olan Mihrimah Sultan Camileri Mimar Sinan’ın erken dönem eserlerindendir.
Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi, on yedi odalı medrese, sübyan mektebi, hamam, türbe ve dükkanlarından meydana gelir. Külliyenin yapıldığı alan Edirnekapı Suriçi’nin önemli tepelerinden biridir.
Üsküdar İskele Mihrimah Sultan Camisi ise cami, medrese, imaret, kervansaray, mektep, kiler ve ambardan oluşmuştur. İhata duvarı içerisinde hastane, tuvaletler, hazineler, ihata duvarı dışında kütüphane ve hamamı bulunur.
Feshane
Osmanlı ordusunun kıyafet ihtiyacı için yapılan bir yapıdan bugün İstanbul’un en büyük sergi salonlarından biri haline gelen Feshane de bir dönem de fes imalatı yapılmıştır. Haliç kıyısında yer alan Feshane Eyüp Sultan ve Pierre Loti’ye çok yakın bir konumda yer alıyor. İSMEK (İstanbul Meslek Edindirme Kursları) başta olmak üzere bir çok kurumun sergi ve çeşitlik etkinliklerini düzenlediği bir mekan.
İstanbul’un İlk Fabrikası Feshane
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Haliç’e renk katan projesi Feshane, özellikle Ramazan ayı etkinlikleri ile neredeyse tüm Türkiye’den ziyaretçi akımına uğramaktadır. Feshane Ramazan Şenlikleri İstanbul’da Sultanahmet gibi bir etkinlik merkezi olmuştur.
Bununla birlikte bir çok sergi, toplantı, fuar ve uluslararası etkinliğe ev sahipliği yapan Feshane’de genellikle Anadolu şehirlerinin kültür günleri İBB İSMEK (İstanbul Meslek Edindirme Kursları) sergileri ile ziyaret edilmektedir.
Feshane, İstanbul’un gerçek anlamda ilk tekstil ve sanayi kuruluşu olarak 1835 yılında mimarisi ile de tek olarak inşa edilmiştir.
Belçika’da döküm olarak imal edilen çelik kolonlar sayesinde de ilk prefabrik çelik konstrüksiyon tekstil fabrikası olma özelliğindedir.
Asıl kuruluş amacı Osmanlı ordusunda yeniçerilerin gitmesi ile gelen yeni orduya kıyafet dikmek olan Feshane, bir dokuma ve fes fabrikasıdır. 1893 yılında Chicago’da uluslararası bir fuara katılan fes ve yün dokumalarımız ödül ile fuardan ayrılmıştır.
Osmanlı ordusunun üniformalarını yurt dışından almaya başlamasıyla birlikte Feshane-i Amire adını alarak sadece fes üretmeye başlamıştır.
Bir dönem halı da dokunan fabrikada 1918 yılında Talat Paşa Çanakkale Zaferi dolayısıyla bir halıyı Gazi Mustafa Kemal’e armağan ederken bu halı da Feshane’de üretilmiştir.
1939 yılında, Feshane o zamanki adıyla Feshane Mensucat A.Ş kapatılarak, Sümerbank Defterdar Fabrikası olarak çalışmaya devam etti. 1953 yılında 389 kadın işçinin fabrikada çalışıyor olması, Türk toplumu adına kadınların da iş hayatında yer almaya başladığını göstermesi açısından önemli bir gelişme olarak tarihteki yerini almıştır.
1998 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi daha önceleri çeşitli sebeplerle aksayan restorasyona tekrar başlarken bilimsel çalışmalar ile Üniversitelerden de yardım aldı. Daha önce çok kez su basan Feshane’nin Haliç sularından 70 cm kadar aşağıda kalmasının su baskınlarına sebep olduğu için üniversitelerin yaptığı etüt çalışması ile Feshane‘nin su baskınlarını engelleyici bir drenaj ve yapısal reform yapılmıştır.
Yeşil alanlarla donatılmış tarihi yapısıyla Haliç’in eski soluk günlerini unutturan Feshane’nin Haliç’e açılan, kendine özel bir iskelesi de bulunuyor.
Feshane’nin en ünlü yeri ise Cümle Kapısı’dır. (Haliç Kıyısındaki girişi) Geçirdiği zamanın izlerine yenik düşen ihtişamlı mermer kapı neredeyse tamamen yok olurken kaynaklardan araştırılarak orjinaline en yakın halinin tekrar canlandırılmasına çalışmıştır.
Eyüp Sultan Cami
Peygamber Efendimizin yanında çok uzun yıllar hizmet eden ve vahiy katipliğini yapan Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesinin de içinde bulunduğu Eyüp Sultan Camisi, içinde bulundurduğu zat-ı muhteremin bolca ziyaretçileri olması dolayısıyla İstanbul’un en kalabalık camilerinin başında gelir. Özellikle ramazan aylarında bolca ziyaret edilen Eyüp Sultan Camisinin konumu bir rüya sonrasında belirlenmiştir. Aynı zamanda İstanbul’un ilk camisi olma özelliğindedir.
İstanbul’un İlk Camisi Eyüp Sultan Cami
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Vahiy katibi olan Hz. Ebu Eyüb el-Ensari peygamber efendimizi Medine’ye Hicretinden sonra evinde misafri etmiş ve ölümüne kadar da yanında olma şerefine nail olan sahabilerdendir.
İstanbul ve İslam alemi için önemli bir zat olan Hz. Ebu Eyüb el-Ensari 668-669 Emevi İstanbul Kuşatması sırasında bugün Haliç kıyısında bulunan Cami, Türbe, Haman gibi bölümlerden oluşan bir kompleksin olduğu yerde şehit düşmüştür.
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten sonra hocası Akşemsettin rüyasında gördükten sonra bugün Eyüp Sultan Camisinin bulunuğu yere türbesi yapılmıştır. Medrese, İmaret Hamam ve Cami yine Fatih Sultan Mehmed Han tarafından 1459 yılında yaptırılmıştır.
1766 yılındaki depremde büyük zarar göre bu cami onarılamayacak gibi olduğu için 1798′de yıkılmış ve 1800 yılında 3. Selim’in yeni yaptırdığı cami ibadete açılmıştır.
İslam dünyası için de çok önemli olan Eyüp Sultan Cami ve Türbesi özellikle cuma günleri ve ramazan ayında ziyaretçi akınına uğrar. Sabahlara kadar insanların ibadet ettikleri ve Peygamber efendimize hizmetleri geçen bu zatı muhteremin huzurunda Allah’a yalvarır, dilek ve isteklerini Allah’a iletirler.
Efsane gezgin Evliya Çelebi, Eyüp Sultan Caminden şu şekilde bahsetmiştir;
“Eyüb Sultan Camii: Bu, Fatih Sultan Mehmed Han’ın yapısıdır ki sevabını Eba Eyüb’e hediye eylemiştir. Deniz kıyısına yakın ensari yerinde düz bir yerde yapılmıştır. Bir kubbelidir. Mihrab tarafında yarım kubbesi daha vardır. Lakin o kadar yüksek değildir. Caminin içinde sütun yoktur. Orta kubbe etrafında sağlam kemerler vardır. Mihrabı ve minberi sanatlı değildir. Hünkar mahfili sağ taraftadır. İki kapılıdır. Biri sağ tarafta yan kapısı, diğeri kıble kapısıdır. Kıble kapısı üzerinde bir mermer üzerindeceli yazı ile şu tarih yazılmıştır: hamden lillah beyti mamur oldu bu. Sağ ve solda iki minaresi vardır. Avlusunun üç tarafı odalarla süslüdür. Ortasında cemaat maksuresi vardır. Bu maksure ile Eba Eyüp mezarı arasında göklere baş uzatmış iki çınar vardır ki, cemaat gölgesinde ibadet eder. Bu avlunun da iki kapısı vardır. Batı kapısının dışında büyük bir avlu daha vardır. İçinde dut ve diğer ağaçlarla yedi tane büyük çınar vardır. Bu avlunun iki tarafında abdest muslukları vardır. “
Haliç kıyısında Feshanenin az ilerisinde, Pierre Loti’nin az aşağısındaki Eyüp Sultan’a geldiğinizde tavsiyem; önce Pierre Loti’den güzelim İstanbul şehrine bakın, çayınızı yudumlarken dilerseniz nargilenizi tüttürün. Daha sonra Eyüp Sultan Camisine gidip hem Sahabe Hz. Ebu Eyüb el-Ensari’yi ziyaret edebilirsiniz.
Pierre Loti Tepesi
Çok uzun yıllardır kahvehane olarak işletilen mekan Fransız yazarın mekana müdavim olması ile ün kazanmış. İstanbul’un ve Haliç’in çok özel bir bakış açısı ile görülebildiği tepeye teleferikle de çıkılabiliyor. Feshane ve Eyüp Sultan Camisine çok yakın bir konumda.
İstanbul’u Aşk Balkonundan İzleyin
“Louis Marie Julien Viaud” adını duyunca ilk tepkiniz, şu anda kaşlarınızı hafif çatıp okumaya devam edişiniz olsa gerek. Başlıkta Pierre Loti okudum ama yanıldım mı ki diye düşüneceksiniz.
Hayır Yanılmadınız. Pierre Loti Tepesini Pierre Loti yapan isimle başlamak istedim bu Haliç’in balkonu diyebileceğimiz güzel manzaraya. Eyüp Sultan Türbesi ve Cami, Altın Boynuz Haliç ve İstanbul Sulieti ile benzersiz manzaralı Pierre Loti’de bugün sıcak çaylarımızı yudumlarken bizlere bu güzel manzarayı belki de fark ettiren Fransız ve Dünya Edebiyatının büyük ismi Pierre Loti.
İstanbul’da Teleferik Eyüp’te
Teleferikle Eyüp’ten kolayca çıkabilirsiniz ve boğazın eşsiz güzelliğini teleferikten izleme fırsatını yakalayabilirsiniz.
1876 yılında bir Fransız subayı İstanbul’un görkemli endamıyla karşı karşıya gelecek ve bir daha hiç aklından çıkartmayacaktı. Bu Fransız Subayı “Louis Marie Julien Viaud” namı diğer Pierre Loti.
Tahitili yerliler ülkelerinde gördükleri bu Fransız denizcisini çok sevecek ve egzotik bir çiçek olan “Loti” adını bu subaya layık görecek ve bu egzotik çiçek yıllar sonra Dünya’nın En Güzel şehri İstanbul’da sıkça anılır olacaktı.
İstanbul gezilerinde, hem şehirden hem de Osmanlı kültüründen çokça etkilenen Pierre Loti, her fırsatta eserlerinde Osmanlı ve İstanbul kültüründen izler bırakır olmuştu.
Eyüp’teki Rabia Kadın Kahvesine gidip Haliç manzarasını izlerken yazdığı “Aziyade” romanındaki Aziyade ile de İstanbul’da tanışmış ve İstanbul aşkını ikiye katlamıştı.
İstanbul’a olan aşkı ve Türk milletini benimsemesi sayesinde 1.Dünya savaşı, Milli mücadele yıllarında ülkesi Fransa’nın da içlerinde olduğu Avrupa ülkelerine karşın Türkiye’yi kalemiyle cesurca savunan Pierre Loti, 1920′de “İstanbul Şehri Fahri Hemşehrisi” ünvanını aldı.
İstanbul’da bulunduğu yıllarda yaşadığı Eyüp’te yaşayan Pierre Loti ismi şehirde bir caddeye ve bir de kahveye vefa gösterisi olarak verilirken, bugün Pierre Loti tepesindeki kahve aslında Pierre’in sık sık uğradığı Rabia Kadın Kahvesiydi.
Haliç’in mükemmel manzarasını izlediğimiz Pierre Loti Tepesi’ne bugün Eyüp ile tepe arasında kurulu teleferik ile ulaşmak da mümkün.
İstanbul’u bir başka açıdan görmek isteyen tüm seyyahlar için Pierre Loti, mutlaka uğranması gereken bir durak.
Haliç ve İstanbul manzarası eşiliğinde sıcak çayınızı yudumlarken Nargile keyfi yapmayı ve Pierre Loti’nin kaleminden çıkan Aziyade’yi yazıldığı yerde okumak bir başka keyif olacaktır.
Pierre Loti tepesinde bugün Tarihi Kahve, Aziyade Restaurant, Yeşil Cafe, Nargilevi, 7 ayrı konaktan oluşan 67 oda ve 115 yataklı Turquhouse Hotel bulunmaktadır.
Büyükada
İstanbul’un en çok ziyaret edilen sayfiyelerinden olan Büyükada, Anadolu yakasında Bostancı, Maltepe, Kartal’ın karşısında konumlanmıştır. İstanbul’un Prens adaları olarak bilinen ada grubunun en büyüğüdür. Aya Yorgi Kilisesi de burada bulunmaktadır.
İstanbul’un Tarihi Adası Büyükada
İstanbul Anadolu yakasındaki Kartal-Bostancı ilçelerinin karşısında yer alan Prens Adalarının en büyüğü olan Büyükada, İstanbul’un ilk fetih edilen yeri olarak tanımlayabileceğimiz yerlerinden olan adalar, İstanbul’un Fetihnden yaklaşık 1 ay önce alınmış olup öncelerinde sürgün yeri ve hapishane olarak kullanılmıştır.
Günümüzde çeşitli dinlerdeki insanlara ev sahipliği yapan Büyükada’da Aya Yorgi Kilisesi ve Aya Yorgi Manastırı adanın en önemli görülmesi gereken yerlerinden olup ulaşımı oldukça zahmetlidir. Zira bine yakın basamak çıkmak gerekiyor Aya Yorgi Kilisesine ulaşmak için.
Adalar Müzesi, 2.Abdülhamid’in yaptırdığı Hamidiye Cami, Ada Kule ile birlikte ada içerisinde bir çok görülmeye değer mimariye sahip köşk ve yalılar mevcut.
Büyükada’yı büyük ve küçük tur olmak üzere iki seçenek sunan Büyükada simgesi haline gelen faytonlar ile gezmenizi veya ben gencim hemde spor olur diye düşünerek uygun fiyata kiralayacağınız bisikletlerle gezmeniz gününüzü unutulmaz yapacak ayrıntılardan olacaktır.
Büyükada, cumhuriyetin ilk yıllarından sonra sayfiye yeri özelliğini daha çok almaya başlamış ve yüksek varlıklı ailelerin, ileri bürokrasi insanlarının rağbet ettiği bir yer olmaya başlarken bir çok güzel yapının inşa edilmesi mümkün olmuştur.
İstanbulluların yaz aylarında deniz hasretini gidermek için sıklıkla ziyaret ettiği Büyükada’da Yörükali Plajı, Nakik bey, Prenses Koyu Plajı, Aya Nikola Plajı, Eskibağ Plajı, Halik Koyu Plajı olmak üzere denize girmek için müsait yerler vardır. Bununla birlikte Bil Burnu olarak bilinen bölgede piknik ve mesire alanları da bulunmaktadır.
Piknik yapmak dışında malum bir ada ziyaretinde deniz mahsullerinin tadına bakmadan geçmek olmaz, Ada iskelesinden başlayarak Büyükada’nın sahil kesimindeki restoranlarda taze deniz mahsullerini bulabilir ve ziyaretinizin lezzetli bir anısı olarak gelecek günlere taşıyabilirsiniz.
İstanbul’a yakın olması nedeniyle sıklıkla tercih edilen Büyükada’ya Bostancı, Kabataş, Kartal ve Eminönü’nden vapurlarla yılın her günü ulaşabilirsiniz.
İstanbul Oyuncak Müzesi
Yazar ve Şair Sunay Akın’ın yıllarca biriktirdiği oyuncak koleksiyonuna kendi parasıyla müze için almış olduğu oyuncakları ve bağışlanan oyuncakları da toplayınca aile yadigarı köşkünde kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi, kat kat ve odalar dolusu oyuncaktan oluşuyor. Her kat ve odanın bir ayrıcalığı, Türkiye ve Dünya tarihinin önemli olaylarını oyuncakların geçmişi ile betimleyen bir hatırası var. Kendi çocukluğunuzla birlikte babanızın ve hatta dedenizin bile çocukluğunu görebileceğiniz çok değerli bir müze olan İstanbul Oyuncak Müzesi Göztepe’de.
İstanbul Oyuncak Müzesi’nde Çocukluğunuza Gideceksiniz
Yazar ve Şair Sunay Akın tarafından düşlenen, tasarlanan ve uygulamaya geçirilen Türkiye’nin ilk ve Tek Oyuncak müzesi İstanbul Oyuncak Müzesi‘dir.
Sahip olduğu oyuncak koleksiyonuna, gezdiği ülkelerden ve dostlarından topladığı oyuncakları da ekleyerek İstanbul Oyuncak Müzesini kuran Sunay Akın, müze tesisi için ailesine ait olan Göztepe’deki konağı kullanmış.
Koleksiyonu dışındaki satın aldığı tüm oyuncakları tv programları, kitapları ve tek kişilik gösterilerinden elde ettiği paralarla satın almış.
Oyuncaklar içerisinde metal, kumaş, tahta, mekanik olmak üzere yaklaşık 4000 parça oyuncak sergilenmekte olup bazı oyuncakların yaşları oldukça fazla.
Dolayısıyla bu müzede günümüz çocukluğu yanı sıra, kendinizin, baba ve hatta dedelerinizin bile çocukluğuna rastlayacaksınız.
Konak’ta her oda farklı bir konu ve tarihi hadiseler yanı sıra kategorilere ayrılarak düzenlenmiş.
Hepimizin çocukluğundan hatıralar, geçmiş anılar, arkadaşlar ve bize oyuncak hediye eden amca ve nineleri anma fırsatı bulacaksınız.
Her zaman güldüren oyuncaklar zaman zaman gözlerinizi dolduracak anıları tazelerken.
İstanbul Oyuncak Müzesi, aynı zamanda çeşitli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.
Çocuk tiyatroları, Atölyeler, Sergiler, Doğum günü partileri gibi bir çok etkinliğe İstanbul Oyuncak Müzesi’nde ulaşmanız mümkün.
2010 ve 2011 yıllarında “Avrupa’nın En İyi Müzesi” ödülüne aday gösterilen müze Erenköy Kız Lisesi’ne de komşu olup Ömer Paşa Cad. Dr. Zeki Zeren Sok. No:17 Göztepe’de ziyaretçilerini bekliyor.
İstanbul Oyuncak Müzesi sadece Pazartesi günleri kapalı.
Miniatürk
Türkiye’de bulunan çoğrafi ve tarihi yapıların yanı sıra ve Dünya’da Türklerin iz bıraktığı yapıların da minyatürlerinin kocaman açık bir alanda sergilenmesinden oluşan Miniatürk kısa sürede kocaman bir Türkiye turu yaşatacak size. Haliç kıyısında yer alan açık hava müzesi Miniatürk, her yaştan insanın ilgisini çeken bir müze.
Türkiye’nin Mini Açık Hava Müzesi
3 kıtaya nam salan Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin birbirinden güzel eserleri, tüm dünyanın gıpta ederek baktığı coğrafyamızın nadide yapılarını İstanbul’da 60.000 metrekare alanda toplayan Miniatürk‘te Osmanlı ve Türkiye coğrafyasından seçili eserlerini 1/25 ölçekle küçültülmesi ile oluşturulurken gelecekte eklenebilecek eserler olabileceği düşünülerek hazırlanan park Dünya’nın en büyük maket parkı.
Galata Kulesi, Kız Kulesi, Uludağ, Boğaziçi Köprüsü, Nemrut Dağı Kalıntıları, Mostar Köprüsü, Artemis Tapınağı, Atatürk Olimpiyat Stadyumu, Aspendos, Aya İrini, Topkapı Sarayı gibi bir çok yapı, doğa güzellikleri, tarihi eserlerin 59′u İstanbul, 51′i Anadolu’nun çeşitli yörelerinden ve 12′si Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bulunmuş ancak bugün Türkiye sınırları dışında kalan yerlerden seçilmiştir.
Miniatürk, çok düşük bir ücretle gezebileceğiniz bir açık hava müzesi. İçerisinde restoran ve hediyelik eşyaların da satıldığı bir bölüm mevcut.
Miniatürk girişinde size verilen biletteki barkodları eserlerin önündeki sesli makineye okuttuğunuzda size yapının özellikleri ve tarihi hakkında size bilgi veriyor.
Miniatürk içerisinde bulunan “Kristal İstanbul” müzesi ise Dünya’nın ilk Kristal Müzesi özelliğini taşıyor ve kristaller içerisinde Galata Kulesi, İzmir Saat Kulesi, Ayasofya gibi 16 nadide eserin özel bir teknik ile kristal gibi cama işlenmesi ile oluşturuluyor.
Miniatürk Nerede Nasıl Gidilir?
Neredeyse bir bütün gününüzü gezerek geçirebileceğiniz Miniatürk görülmeye değer. Miniatük’e ulaşmak için;
Taksim’den 54 HT, Şişli’den 54HŞ, Topkapı’dan 41 ST otobüsleri ile ulaşabileceğiniz gibi, Metrobüs’te Halıcıoğlu durağında inerek 41 ST otobüsü ile ulaşmanız mümkün.
Özel aracınızla İstanbul Otoyolunu kullanarak Sütlüce-Halıcıoğlu mevkinde tabelalar sizi kolayca Miniatürk’e götürüyor.
Emirgan Korusu
Sarıyer ilçesinde yer alan İstanbul boğaz manzaralı koru, İstanbul’un simgesi olan Laleler ile dolup taşıyor. İstanbul’un kalabalığından çok kısa sürede ulaşılabilen bir cennet olan Emirgan korusunun geçmişi Osmanlı İmparatorluğuna dayanıyor.
Boğazın Lale Bahçesi Emirgan Korusu
İstanbul Sarıyer’de Emirgan ve İstinye semtleri arasındaki Boğaz manzaralı kocaman bir yeşil alan olan Emirgan Korusu 47.2 hektarlık bir alan kaplamaktadır.
17. yüzyılda Erivan’ı kuşatan 4.Murat’a şehri ve kaleyi korumakla görevli Emir Güne Han savaşmadan şehri 4.Murat’a vermiştir. Bu tavrı 4. Murat’ın hoşuna gidince, kaleyi Osmanlı Devleti’ne savaşsız bir biçimde teslim eden Emir Güne Han, 4.Murat tarafından İstanbul’a getirildi ve 4. Murat pek sevdiği İranlı Emir Güne Han’a Emirgan korusunu armağan etmiştir. Daha önce Feridun Bahçeleri olarak anılan bölge bundan sonra “Emir Güne Han” isminin zamanla değişmesiyle Emirgân Korusu olarak anılmaya başlanmıştır. Aradan geçen yıllarda pek çok kez el değiştiren ve 19. yüzyılda Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya verilen Emirgan Korusuna, 1871-1878 yılları arasında koru içinde 3 köşk yaptırılmıştır.
Günümüze de ulaşan bu köşkler Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk olarak adlandırılmaktadır. 1940 yılında dönemin İstanbul belediye başkanı Lütfi Kırdar’ın girişimiyle kamulaştırılıp park olarak düzenlenerek halka açılmıştır.
Emirgan Korusunda 2006 yılından itibaren her yıl Nisan ayında İstanbul’un simgelerinden olan Lale’ler için Lale Festivali düzenlenmektedir.
Emirgan Korusuna ulaşmak için Avrupa Yakasında Ortaköy Sahilinden Sarıyer istikametine doğru sahil yolunu takip etmeniz yeterli. Emirgan Korusu içerisindeki ünlü Sarı, Beyaz ve Pembe köşkler bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmekte ve koru içerisindeki güzel manzaralı bir gezi sonrasında güzel bir kahvaltı yapmanız için oldukça uygundur.
Aşiyan Müzesi
Ünlü Türk edebiyatçısı Tevfik Fikret’in evi ve ebedi istirahatgahı olan Aşiyan Köşkü içerisinde kurulan müzede Tevfik Fikret başta olmak üzere, Dünyaca ünlü Türk edebiyatçısı Abdülhak Hamid gibi bir çok yazarın da izlerini taşıyor. Türk edebiyatı için çok önemli bir yere sahip olan müze Aşiyan’da Bebek-Sarıyer sahil yolu üzerinde bulunuyor.
Türk Şiirinin Mabedi Aşiyan Müzesi
Beşikataş Bebek’teki aşiyan yokuşunda bulunan Farsça “Kuş Yuvası” anlamına gelen “Aşiyan” Türk Şairi Tevfik Fikret’in kendi elleriyle planını çizdiği eve verdiği isimdir.
1906 ile 1915 yılları arasında yaşadığı bu 3 katlı ve bahçe içerisindeki ev Tevfik Fikret için hayatındaki en önemli şeylerden birisidir.
Lütfi Kırdan İstanbul’un valisi ve belediye başkan iken 1940 yılında Tevfik Fikret’in eşi Nazmiye hamım’dan bu güzel evi alıp Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak 1945 yılında ziyarete açmıştır.
1961 yılında Tevfik Fikret’in Eyüp’te bulunan mezarı çok sevdiği evi Aşiyan’ın bahçesine taşınmış ve bu tarihten itibaren Aşiyan Müzesi olarak anılmaya başlamıştır.
Ev 3 katlı olup giriş katta; idari işler olarak kullanılan bölüm yer almaktadır.
Aşiyan evinin birinci katında; Edebiyat-ı Cedideciler`in fotoğraf, kitap ve özel eşyalarının bulunduğu Edebiyat-ı Cedide Odası, kadın şairlerimizden Nigar Hanım`a ait kitaplar, fotoğraf, resimler, şahsi arşiv ve eşyalarının sergilendiği Şair Nigar Hanım Odası bulunmaktadır. Aynı katta Can Dündar’ın “Lüsyen” adlı eserine konu olan ünlü şair Abdülhak Hamit`e ait kişisel eşyalar, tablolar, fotoğraflar, çalışma masası ve koltukların bulunduğu Abdülhak Hamit Salonu da bulunmaktadır.
Abdülhak Hamit Şair-i Azam olarak unvan almış ve bir çok nişan ve ödül ile şereflendirilmiş bir şairdi. Şair’in son eşi Lüsyen hanımefendi tarafından bağışlanan eşyaları müzenin en büyük salonlarından birinde sergilenmekte olup şairin Halife Abdülmecid tarafından resmedilen yağlı boya portresi de sergilenmektedir.
Aşiyan Müzesinin ikinci katı şair Tevfik Fikret’e ayrılmış olup, Tevfik Fikret’in kaldığı odası, öldüğü yatağı, özel eşyaları, Mihri hanım tarafından şairin yüzünden alınan maskın örneği bulunmaktadır. Aynı katta Şehzade Abdülmecit Efendinin Tevfik Fikret’in sis şiirinden esinlenerek yaptığı tablosu “Sis”, şairin çalışma odası ve kendi yaptığı tabloları da bulunmaktadır.
Galatasaray Spor Kulübü kurucularından olan Tevfik Fikret’in evi olan Aşiyan’da Galatasaray tarihine ait ve Galatasaray Lisesi yıllarından bir çok fotoğraf da sergilenmektedir.
Türk şiirinin bu nadide şairlerine ait eşyalar ve onların nazik ruhlarından kalan eşyaları ziyaret ederek bir başka alemde kendinize yer bulacaksınız. Can Dündar’ın “Lüsyen” romanında ayrıntılı anlattığı Abdülhak Hamit’in eşyalarına burada rastlamak beni oldukça etkilemişti.
Sizlerde bu güzel emanetlerle yüz yüze gelmeli ve o havayı solumalısınız. Pazartesi hariç her gün 09.00 ile 16.00 saatleri arasında Aşiyan Müzesini ziyaret edebilirsiniz.
Fatih Cami
İstanbul Fatihi, Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı şehir planlamacılık örneği bir külliyenin en önemli parçası olan Fatih Camisi, İstanbul Fatih ilçesinde yer almaktadır. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in de türbesini içinde bulunduran Fatih Camisi, İstanbul’un önemli tarihi eserlerindendir.
İstanbul’un İlk Sahipleri Fatih Camisinde
Fatih Sultan Mehmed Han ve kurmayları sayesinde bugün İstanbul ve Türkiye Cumhuriyeti Dünya’nın en önemli şehrinde ve en güzel coğrafyasında yaşama şansını elde etmiştir.
İstanbul’un yedi tepesinden birine kurulan Fatih Cami ve Külliyesi yapılmadan önce bu tepede, I. Constantinus’un döneminde yapılan Havariyun(12 Havari) kilisesi yer alıyordu. Daha önceleri bu tepede bazı Bizans İmparatorlarının da gömüldüğü rivayet edilmektedir.
Fatih Sultan Mehmed Han, bizans için çok önemli bir yer olan ve Ayasofya’dan sonra en kutsal sayılan, şehrin de ortasında bulunan 12 havari kilisesi’nin (Hagioi Apostoloi) yerini özellikle seçtiği, şehrin ortasında İslam inancına ait bir simge olmasının şehre yeni bir inancın hakim olduğunun işaretlerini vermeyi hedeflediği düşünülmektedir.
Faith Sultan Mehmed Han’ın şehrin ortasına inşa ettirdiği bu cami ve külliyesini örnek bir şehircilik anlayışı ile düzenlediği Fatih Camisini merkez alarak, iki yanında medreseler, bunların önünde bir tarafta aş evi, öteki tarafta hastane, daha ileride bir çarşı ile bir de hamam yer almıştı.
Yapımı 8 yıl süren cami 1470 yılında tamamlanmış olup, 2. Bayezid ve 3. Mustafa zamanlarında yaşanılan depremlerde gördüğü hasar nedeniyle 2 kez yeniden onarılmıştır. Bu onarımlardan sonra cami orijinal görüntüsünden uzaklaşmıştır.
Caminin ilk inşasından bugüne depremlerden dolayı bir çok yer değişmek zorunda kalmış ve sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, şadırvan, taç kapı, mihrap, birinci şerefeye kadar minareler ve çevre duvarının bir kısmı kalmıştır.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın da Türbesi Fatih Cami Külliyesinde yer almaktadır. Büyük cibali yangınında büyük zarar gören türbede sanduka ve türbe binası 1.Abdülhamid tarafından yenilenmiştir. Sanduka yeniden yapılmış ve üzerine de Kabe örtüsü örtülmüştür.
Fatih’in türbesi ile ilgili bir kaç rivayet vardır. Fatih’in Türbesi hali hazırda 12 havariden kalan yıkıntıların üzerine yapıldığı için cami külliyesi altında bulunan bir dehlizde Fatih’in asıl mezarının yer aldığı, caminin depremlerdeki yenilenme çalışmaları ve depremlerde toprak kaymaları neticesinde yerinin değişmesi ile bugün ki cami mihrabı altında kaldığı rivayet edilmektedir.
Bir dönemin Padişahından Harici Nazırına kadar ve hatta sanatçılarına kadar bir çok muhtereme ev sahipliği yapan Fatih Camisini görmeli ve Protokol tadındaki türbelerde geçmişimiz ve İstanbul’un Osmanlı’daki bu ilk sahiplerine dua ederek minnetimizi Allah huzurunda dile getirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Fatih Sultan Mehmed Han ve kurmayları sayesinde bugün İstanbul ve Türkiye Cumhuriyeti Dünya’nın en önemli şehrinde ve en güzel coğrafyasında yaşama şansını elde etmiştir.
Fatih Cami külliyesi içerisinde bir çok devlet adamı ve ilim adamının türbesi vardır. Fatih’in eşi ve II. Bayezid’in annesi Gülbahar Valide Sultan’ın, “Plevne Kahramanı” Gazi Osman Paşa’nın, ve mesnevi şarihi Abidin Paşa’nın türbeleri buradadır.
Bunların dışında türbeleri yer alan Devlet adamları, Sadrazamlar, Şeyhülislamlar ve ilmiye mensupları da yer almaktadır.
Bunlardan bazıları şunlardır;
- Sadrazam Mustafa Naili Paşa
- Sadrazam Abdurrahman Nureddin Paşa
- Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa
- Şeyhülislam Amasyevi Seyyid Halil Efendi
- Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi
- Ahmet Cevdet Paşa
- General Pertev Demirhan
- Emrullah Efendi. Maarif Nazırı.
- Şehbenderzade Ahmed Hilmi Bey, Darülfünun Felsefe müderrisi ve edip
- Yesari Mehmed Esad Efendi, Hattat
- Hariciye Nazırı Veliyüddin Paşa
- Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, Hattat
- Sami Efendi, Hattat
- Amiş Efendi, Mutasavvıf ve Fatih türbedarı.
- Maraşlı Ahmed Tahir Efendi, Amiş Efendi’nin talebesi
- Kazasker Mardini Yusuf Sıdkı Efendi
- Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Selatin camileri vaizi
- İbrahim Subaşı (Tokatlı)
- Ahmed Midhat Efendi
- Bolahenk Mehmed Nuri Bey, Musıkişinas, hoca ve bestekar
- Köse Raif Paşa
- Ferik Yanyalı Mustafa Paşa
- Akif Paşa
- Sultanzade Mahmud Celaleddin Beyefendi
- Hariciye Nazırı Mehmed Raşid Paşa
- Hace İshak Efendi
Büyük Mecidiye Cami
İstanbul kartpostallarında sıkça rastlanılan klasik bir kara vardır; Denize sıfır bir cami ve hemen yanında Boğaz Köprüsü. İste bu kareye renk katan İstanbul Boğazının önemli yapılarından olan Büyük Mecidiye Camisine Ortaköy Camisi de denmektedir. Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı caminin mimarı ünlü Balyan kardeşlerdendir.
Ortaköy’de Büyükk Mecidiye (Ortaköy) Camii
İstanbul resimlerine bir göz atsanız eminim ki çok sayıda boğaz köprüsü ile sanki iç içe geçen, denize sıfır bir cami fotoğrafı göreceksinizdir. Eminim tahmin ediyorsunuzdur bu camiyi; Ortaköy meydanında bulunan Büyük Mecidiye Cami veya halk adıyla Ortaköy Cami.
İstanbul’un simgelerinden olan Büyük Mecidiye Camisi ( Ortaköy Camisi ), Beşiktaş Ortaköy İskelesinin hemen yanı başında bulunan 19. yüzyıl eserlerinden olup, ünlü mimar Balyanlardan Nigoğos Balyan tarafından 1853 yılında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Osmanlının zarif barok mimarisinin örneklerinden olan cami İstanbul Boğazının eşsiz manzaralarından birine sahip ve denize sıfır konumdadır.
Bütün selatin camilerinde (Osmanlı devletinde Sultanların yaptırdığı cami anlamına gelir) olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Harim halkın ibadeti için yapılan bölüm olurken, Hünkar Mahfili padişahların ibadetleri için yapılan bölümdür. Büyük Mecidiye Camisinin geniş ve yüksek pencereleri boğazın ışıklarını caminin içine taşıyacak şekilde inşa edilmiştir.
Tek şerefeli iki minareden oluşan Büyük Mecidiye (Ortaköy Cami)camisindeki tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.
St. Antuan Kilisesi
İstiklal Caddesinin ve İstanbul’un önemli simgelerinden olan St. Antuan Kilisesi, İtalyan papazlar tarafından yönetilmekte olup mimarı da bir İtalyandır. İstiklal Caddesinin içerisinde gizli bir hazine gibi muhteşem mimarisi ve endamıyla duran kilisenin geçmişi 1912 yılına dayanmaktadır.
Saint Antoine Katolik Kilisesi İstanbul’un En Büyük Kilisesi
İstanbul’un en büyük kilisesi olmakla birlikte en geniş Katolik cemaatine de sahip olan St. Antoine Katolik Kilisesi, 1906 yılında İstanbul doğumlu İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmaya başlanmış ve 1912 yılında inşası bitmiştir.
İstiklal Caddesinde meydandan tünele doğru ilerlerken sol tarafta bulunan kilise caddenin biraz içerisinde kalmasına rağmen ihtişamı ile göze çarpmaktadır.
Giulio Mongeri kiliseyi İtalyan Neogotik tarzında, betonarme olarak inşa ettiği yapısında 20×50 m’lik bir tabanda Latin hacı biçiminde inşa etmiştir. St. Antoine Kilise duvarları belirli yüksekliğe kadar mozaik kaplama ve yapının dış cephe duvarları kırmızı tuğla kaplıdır.
St. Antoine Kilisesinin İstiklal Caddesi girişindeki avlunun önüne 6′şar katlı ve birbirlerine bir geçitle bağlanan iki apartman, kiliseye gelir getirmesi için yapılmış olup adları St. Antoine Apartmanları’dır. Bu apartmanlar aynı zamanda İstiklâl Caddesi’nin de ilk betonarme apartmanlarındandır.
St. Antoine kilisesi’nin bir maketi de İstanbul Haliç’teki Minatürk’te yer alırken, kilise İtalyan rahiplerin yönetimindedir.
Aya Yorgi Kilisesi
Büyükada’nın tepesinde yer alan Aya Yorgi Kilisesi’nin tarihi 1700′lü yıllara dayanmaktadır. Yüzlerce merdiven çıkılarak ulaşılan kilise Hristiyanların 2 hac noktasından biri olarak kabul edilir. Büyükada ziyaretçilerinin sık sık ziyaret ettiği kiliseye hiç konuşmadan yol boyunca iplik açarak çıkılması halimde dileklerin kabul olduğuna inanılır.
Aya Yorgi Kilisesi Büyükada’nın Tılsımı
Aya Yorgi Manastırı, Patrikhane kayıtlarına göre 1751 inşa edilmiştir. Büyükada’nın en yüksek tepelerinden birine kurulan Aya yorgi, bu tarihte inşa edilmiş olan küçük kilise, şapel ve dua yeri eski kilise olarak bilinir ve iki katlı, kiremit örtülü küçük bir binadır.
Tepede çan kulesinin arkasındaki kesme taştan yapılmış olan kilise ise yeni Aya Yorgi Kilisesi’dir ve 1905 yılında inşa edilmiş olup, 1909 yılında ibadete açılmıştır.
Kiliseye ulaşmak zorlu bir yokuşun çıkılması neticesinde çok sayıda uzun basamaklartdan geçerek mümkün olur.
Kilisenin en çok göze çarpan motifi, denizden çıkan canavarı mızrağı ile öldüren Saint George ikonasıdır. Çeşitli okült yazılarda ise bu ikonun aslında birçok ruhsal anlam taşıdığına inanılır. Bu ikonları ve kiliseyi kutsal ve önemli kılan bir efsane vardır.
Kapısında yazan bilgiye göre; söz konusu kilise, ikonların ilk saklandığı kilise değil, onun yerine yenilikçi bir papaz tarafından yaptırılan ve zaman içinde restore edilen 2 kilisenin yenisi imiş; yani toplamda 3 kilise söz konusu imiş.
Adı geçen ikona ve diğer eşyalar, bugün Aya Yorgi Kilisesi’nde yer almaktadır.
Büyükada’da yer alan Aya Yorgi Kilisesi, Hıristiyanların 2 hac noktalarından biridir. Bu nedenle her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde Hristiyan dinine mensup kişiler Büyükada’ya akın etmektedir.
Bu tarihlerde Aya Yorgi Kilisesi’ne gelenler gönüllerince dilek diledikten sonra, kiliseden bir adet çan veya anahtar alır. Dilekleri gerçekleşen kişilerin kiliseye geri gelip aldıkları objeyi iade etmesi gerekir.
Bir diğer inanışa göre de Aya Yorgi kilisesine çıkan yol, çalılara bağlanmış ipler, üst üste konmuş taşlar ve tırmanırken yolda açılmış makara makara iplerle doludur. Yaygın inanışa göre bu yolu hiç konuşmadan çıkan ve yoldaki çalılara ip bağlayan kişinin dileği gerçekleşir ve işleri çözülür, yolu bir makara ipi aça aça çıkan kişinin ise kısmeti açılır.
Pera Palas
Trükiye’nin ilk ve en lüks otellerinden olan Pera Palas’ı var eden sebep ünlü Orient (Doğu) Eksperesin İstanbul’a da uğramasıdır. Fransız ve Avrupa’nın zenginlerini ağırlayacak kalitede oteli bulunayan İstanbul’un bu ihtiyacını karşılamak üzere yapılmış olup, Atatürk’ün de sık sık konuk olduğu bir oteldir. Türkiye’de ilk akan sıcak su ve asansör gibi lüksler bu otelde uygulanmıştır.
Türkiye’nin İlk Modern Oteli Pera Palas İstanbul’da
Türkiye ve İstanbul için bir çok ilki de bünyesinde bulunduran Pera Palas Hotel, Dünyaca Ünlü Orient Express (Doğu Ekspresi) Paris – İstanbul seferlerini yapaya başladığı 1888 yılı İstanbul’unda Orient Express yolcusu Avrupalıların alışkın olduğu lüksü sağlayabilecek bir otel yoktu. Ve bu büyük bir eksikti artık.
Osmanlı Bankası ve İstanbul Arkeoloji Müzesinin mimarı olan Alexander Vallaury tarafından 1892-1895 yılları arasında yapılan 16′sı süit, 115 odası bulunan Pera Palas Hotel, Saray dışında ilk elektirik verilen yapı, ilk elektrikli asansörü bulunan bina, Akan sıcak suyu olan ilk bina olarak tarihe de geçmeyi başarmıştı.
Tarih demişken Pera Palas Hotel günümüze kadar bir çok tarihi olaya ve tarihi kişiliğe de tanıklık etmeyi başardı. Cumhuriyetimizin İlanı, İstanbul’un İşgali, 1. ve 2. Dünya Savaşı ve Kurtuluş savaşına tanıklık ederken, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kral 8. Edvard, Agatha Christie, Kraliçe 2. Elizabeth, İsmet İnönü, Alfred Hitchcock ve Pierre Loti gibi bir çok ünlü ve tarihte iz bırakan insanlara ev sahipliği yaptı.
Odalarının çoğunluğu eşsiz Haliç manzarası olan Pera Palas Hotel’de fitness salonu, kapalı yüzme havuzu, sauna ve buhar odası bulunuyor.
Pera Palas Hotel’e Müze Otel özelliğini kazandıran misafir ise Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, savaşların dönüşünde cephenin yorgunluğunu evi gibi kullandığı Pera Palas’ta atarken bir çok üst düzey misafirini burada konuk etti ve devlet ile ilgili birçok kararı da yine bu otelde aldı.
Her zaman kullandığı 101 numaralı odası Atatürk’ün 100. yaş günü şerefine, Atatürk’ün özel eşyalarının da sergilendiği ve çok sevdiği renk olan Şafak Pembesi ağırlıklı dekore edildiği bir müze oda olarak 1981 yılında hizmete açıldı.
Halen misafirlerine tarih kokan odalarında mis gibi bir uyku sağlayan Pera Palas Hotel, tarih kokan salonlarında ise düğün ve özel organizasyonlarına ev sahipliği yapmaya devam ediyor.
Yıldız Sarayı
Osmanlı padişahlarının av köşkü olarak yıllarca kullanılan Yıldız Sarayı, bir dönem Dolmabahçe Sarayının denizden kolayca saldırıya uğrayabileceği endişesi ile devletin merkezi olarak da kullanılmıştır. İçerisinde Malta, Çadır ve Şale köşkü gibi köşklerin yanı sıra tiyatro ve kütüphane gibi kamu hizmet alanları da bulunmaktadır.
İstanbul Yıldız Sarayı
Beşiktaş Yıldız Tepesi’nde yer alan Yıldız Sarayı, Türk Osmanlı Saray mimarisinin en son örneğini teşkil eden eşsiz yapılarındandır.
Kanuni Sultan Süleyman Döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılmakta olan, bugün Sarayın bulunduğu “Hazine-i Hassa”ya kayıtlı bu arazi üzerine ilk kasrı yaptıran Sultan 1. Ahmet’tir. (1603-1617)
4. Murat da (1617-1640) avlanmaya geldiği zaman bu kasırda istirahat ediyordu.
18. yüzyıl sonunda, Sultan 3. Selim (1789-1087) validesi Mihrişah Sultan için buraya başka bir kasır yaptırmış ve bu kasra “Yıldız” ismini vermiştir. Sultan Selim ise Yıldız Sarayı iç bahçesinde Rokoko stilinde bir de çeşme yaptırmıştır.
Yıldız bahçesinde düzenlenen ok atışlarını ve güreş oyunlarını seyretmek için Padişahlar Yıldız Sarayına gelirdi. 2. Mahmut , 1834-1835 yıllarında burada bir köşk yaptırarak etrafını da bir bahçeyle düzenletmişti.
2. Mahmut 1826′da Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdıktan sonra kurduğu “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” ordusunun Yıldız bahçesinde yaptırdığı talimleri bizzat buradan denetlerdi.
1842 yılında ise Sultan Abdülmecit (1839-1861) bu köşkleri yıktırarak, annesi Bezm-i Alem Sultan için daha güzel bir üslupta olan “Kasr-ı Dilküşa” isimli köşkü yaptırmıştır.
Sultan Abdülaziz (1861-1876) ise genellikle yaz aylarında Yıldız Köşkü’ne oturmaya gelirdi , dönemin ünlü mimar ailesi olan Balyan ailesi mimarlarına Büyük Mabeyn Köşkü’nü yaptırmıştır. Dış bahçeye ise Malta ve Çadır köşklerini, asıl saray kısmına ise Çit Kasrı’nı yaptırmıştır.
Yıldız Sarayı, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra, 92 gün süren saltanat günlerinde Sultan 5. Murat’ın (1876)’a ev sahipliği yapmıştır.
Sultan 2. Abdülhamid; Dolmabahçe Sarayı’nın deniz kıyısında bulunması ve denizden kuşatılması ihtimalini göz önünde bulundurarak, 7 Nisan 1877′de Yıldız Sarayı’na taşınmıştır.
Saray asıl yapılaşmasına 2. Abdülhamid döneminde başlamış ve buraya “Yıldız Sarayı Hümayunu” ismi verilmiştir. Sultan Abdülhamid zamanında, civardaki arazi de alınmış, şimdi Yıldız Parkı denilen, dış bahçe genişletilmiş ve büyük ölçüde imar çalışmaları da yapılmıştır. Bu dönemde Saray bahçeleri ile birlikte 80 Dönümlük bir araziyi kaplar olmuştur.
Yıldız Sarayı, sadece padişah ikametleri ve devlet idaresi için kullanılan alandan ibaret değildi; Yıldız Sarayı karmaşık bir tasarıma sahip olup yönetim yapıları Büyük Mabeyn, Şale Köşkü, Malta Köşkü, Çadır Köşkü, Yıldız Tiyatro ve Opera Evi, Yıldız Saray Müzesi ve İmparatorluk Porselen Üretim evini, hamam, mescit, kitaplık, eczane, hayvanat bahçesi, tiyatro, müze, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli binaları da kapsıyordu.
Yıldız sarayı Bahçesi ayrıca İstanbul’da herkesçe tanınan bir dinlenme yeriydi. Yıldız Sarayı ile Çırağan Sarayı’nı bir köprü Boğaz üzerinden bu bahçeye bağlıyordu.
Yıldız Sarayı, uzun zaman Harp Akademileri binası olarak kullanılmış ve 1978 yılında, Kültür Bakanlığı’na devredilmiş sonrasında ise Yıldız Sarayı Müdürlüğü’ne tahsis edilmiştir.
Yıldız Sarayı’nın müze olabilmesi için ilk çalışmalar 1994 yılında başlatılmış, 6 Ocak 1994 tarihinde Saray Tiyatrosu ve yeniden düzenlenen Sahne Sanatları Müzesi, 8 Nisan 1994′de ise Yıldız Sarayı Müzesi ziyarete açılmıştır.
Vialand – Eğlence Merkezi
İstanbul’da iki ilçenin sınırları içerisinde bulunan Türkiye’nin ilk tematik parkı olan Vialand, alışkın olduğumuz lunapark kavramının tersine Amerika ve Paris’in Disneyland parkı kaliltesinde kurulmuş bir oyun parkı. İçerisinde Alışveriş için bir çok mağaza, yemek alanı ve 4 farklı temalı park bulunmaktadır. Büyükler, Çocuklar ve Osmanlı gibi farklı temaları işleyen park şu sıralar çok revaşta.
İstanbul Lunapark Vialand – İstanbul Eğlence Merkezi
Bizler çocukken sokağa gelen el yordamıyla çevirdiği zincirli salıncakla mini lunapark keyfi yaşadığımız günler Lunapark kavramı ile bir çağı bitirip yeni bir çağı başlattığında, Amerikan filmlerinde izlediğimiz Disneyland, Amerikan Six Flag eğlence parkları ve Roller Coaster hayallerimizi süslerken Tatilya ile birazcık ağzımıza bal çalan eğlence dünyası Vialand ile bambaşka bir noktaya geldi.
Türkiye’nin ilk ve şu an için tek olan Tema Park’ı Vialand Macera Dünyası, Oyun Dünyası, Efsaneler Dünyası, Şato olmak üzere dört bölümden oluşmakta.
Oyun Dünyası, daha çok küçük yaş grubu oyunları bulundururken Atlı Karınca gibi klasik ve zararsız çocuklara yönelik oyunlar yer alıyor.
Macera Dünyası ise adrenalin dolu eğlenceli biraz da tehlikeli hissettiren Roller Coaster muhadili heyecan yaratan oyuncaklarla büyük yaş gruplarına heyecan yaşatmayı hedefleyen bir tema içerisinde.
Efsaneler Dünyası adını alan bölümde ise İstanbul temalı bir kaç oyuncak mevcut. Bunlardan; Saray Salıncağı, bizim klasik Lunaparklardaki gibi büyük zincirli dönen bir salıncak. Bununla birlikte Fatih’in Rüyası ve Bir Zamanlar İstanbul da aynı tema içerisindeki temalı oyuncaklardan.
Son olarak Şato bölümü, bizleri biraz daha Disneyland ayarında bir bölüm ile masallar diyarına, kahramanların alemine götürmesi amaçlanarak tasarlanmış bir tema olarak ziyaretçileri bekliyor.
Vialand sadece oyun alanları ve tema parklar ile yetinmeyerek Alışveriş ve Eğlence Merkezi olarak iki başka bölüme daha sahip. Eğlence Merkezi’nde sahne sanatları, konserler gibi etkinlikler sergileniyor.
Alışveriş bölümünde AVM’lerdeki mağazaların ürünlerini bulabileceğiniz mağazalar olduğu gibi Tema Park’a özgü hediyelik eşyaların satın alınabilmesi için tasarlanmış.
Alışveriş bölümünde özel doğum günü kutlamaları ve fast food bölümleri ile cafeler de mevcut.
600.000 metrekare’lik dev bir arazi üzerinde kurulu Vialand Eyüp ve Gaziosmanpaşa Belediyeleri sınırları içerisindedir.
Vialand, TEM ve E-5 otoyollarının ortasında yer alması nedeniyle ulaşımın kolaylıkla sağlandığı bir konumda yer alıyor. Ziyaretçiler kişisel araçlarıyla bölgeye rahatlıkla ulaşabilecekleri gibi, şehrin çeşitli bölgelerinden belirlenen saatlerde kalkacak olan özel servis araçlarıyla da bölgeye ulaşım sağlayabilecekler.
Yeşilpınar Mahallesi Girne Caddesi’nde bulunan Vialand’e 49Y Şişli – Yeşilpınar, 49T Taksim – Yeşilpınar, 39D Yenikapı – Yeşilpınar İETT otobüsler iile ulaşmaları mümkün.
Kocaman Eğlenceli bir gün için tüm aile bireylerine hitap eden Vialand sizleri bekliyor.
İstanbul Akvaryum
Dünyanın en büyük tematik akvaryumu olan İstanbul Akvaryum bünyesinde bulundurduğu canlılık çeşidi, temaları, yağmur ormanları ile kendi alanında dünyada ilkleri ve enleri olan bir akvaryum.
Ziyaretçilerini 16 farklı tema içerisinde Karadeniz’den Pasifik Okyanusu’na uzanan bir sırayla tüm İstanbul Akvaryumu görmeleri hedefleniyor. Temalar içerisinde her şey gerçeğe uygun olarak ve doğal şartlarda yaşatılmaya çalışılırken alanında uzman olan kocaman bir ekip bu doğal döngünün kusursuz işlemesini sağlamak.
İstanbul Akvaryum’da Deniz Canlılarını Yakından İncele
Dünyanın en büyük tematik akvaryumu olanİstanbul Akvaryum bünyesinde bulundurduğu canlılık çeşidi, temaları, yağmur ormanları ile kendi alanında dünyada ilkleri ve enleri olan bir akvaryum.
Ziyaretçilerini 16 farklı tema içerisinde Karadeniz’den Pasifik Okyanusu’na uzanan bir sırayla tüm İstanbul Akvaryumu görmeleri hedefleniyor. Temalar içerisinde her şey gerçeğe uygun olarak ve doğal şartlarda yaşatılmaya çalışılırken alanında uzman olan kocaman bir ekip bu doğal döngünün kusursuz işlemesini sağlamak.
Temalara özgü video ve oyunların yine tematik ışıklar efektlerle süslendiği İstanbul Akvaryum’da restoranlar, 5D sinemalar, cafeler ve birbirinden ilginç türlerin bulunduğu kara ve deniz canlıları ile ziyaretçilerini bekliyor.
İstanbul Akvaryum’da balık besleme saatlerinde uzmanların bu çok ilginç canlıları nasıl beslediğini ve bu canlıların doğal hayatta nasıl beklendiğini gözlemleyebilirsiniz. Bununla birlikte İstanbul Akvaryum’da Uzman dalgıçlar eşliğinde Köpek balıkları ile birlikte dev akvaryum içerisinde yüzebilme şansı da sizi bekliyor.
İstanbul Akvaryum içerisinde bulundurduğu 16 Tema dışında 1 de Amazon Yağmur Ormanı bulundururken ormanlardaki bitki çeşitliliği, oyunlar ve hediyelik eşyaların da satıldığı bölümden alınacak ilginç hediyeler sayesinde güzel vakit geçirmeniz mümkün.
İstanbul Florya’da bulunan İstanbul Akvaryum Yeşilköy-Bakırköy sahil yolunu Atatürk Havalimanı yönünde takip ederek İBB Florya Sosyal Tesisleri sonrasında ulaşmak mümkün.
Via Port – Eğlence ve Alışveriş Merkezi
İstanbul’un en büyük Outlet alışveriş merkezlerinden olan Via Port, Anadolu yakasında Kurtköy’de bulunmaktadır. İçerisinde yüzlerce yerli ve yabancı markanın outlet mağazalarının bulunduğu Via Port’ta oyun parkı, at binme alanı ve yemek alanı da mevcut. Yılın her günü kaliteli ve uygun fiyatta ünlü markaların ürünlerini bulmak mümkün.
İstanbul Via Port Outlet’te Alışveriş Keyfi Kaçmaz
İstanbul’da gezerken İstanbul’un ne kadar büyük olduğunu bize gösteren yerlerden biri de Via Port Outlet Kurtköy.
İstanbul’un neredeyse en ucunda Pendik – Kurtköy’de bulunan Via Port yüzlerce markanın Outlet mağazasını bünyesinde bulunduruyor.
Via Port, bünyesinde bulundurduğu yüzlerce Outlet mağaza yanı sıra bir çok fast food zinciri ve restorana da ev sahipliği yapmakla birlikte bir birinden çılgın eğlence olanaklarına sahip Parkıyla da bir çok insan tarafından tercih sebebi oluyor.
İstanbul’un diğer ucundan, Avrupa yakasından, yakın çevredeki Kocaeli, İzmit gibi il ve ilçelerden de ziyaretçi akınına uğruyor.
Via Port’un bir diğer özelliği ise mağazaların AVM gibi kapalı kapılar ardında olmaması. Kanyon AVM’de örneğini gördüğümüz açık hava alışveriş modelinin bir benzeri diyebiliriz Via Port için.
Mağazaların önlerinde bulunan oturaklarda dinlenebilir, küçük büfelerden sosisli, sandviç, limonata ve su gibi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.
Via Port’ta bulunan AVMcik diyebileceğimiz küçük bir BİG MALL bulunmakta. Big Mall’ı ziyaret ederseniz Bedesten denilen kubbenin altından geçmenizi ve tem kubbe merkezi altındaki akustiği yaşamanızı tavsiye ederim. Tüm konuşulanlar her yerde yankılanarak yine kulaklarınıza geliyor.
Via Port’un Outlet mağazalarına şöyle bir bakmak gerekirse neredeyse her sınıf ve kategoriden marka bulmak mümkün.
Vakko, Puma, Reebok, Adidas, Nike, Calvin Kline, Timberland, Lacoste, Tommy Hilfiger, Lc Waikiki, Mudo, Dagi, Beymen, Koton, Polo US, Fabrika, Ramsey, D’s Damat, Altınyıldız, Elektro World ve daha nice marka outletlerini Via Port’ta bulmak ve indirimli fiyatlardan faydalanmak mümkün.
Ayrıca Kipa’nın büyük bir marketi ve Sinema salonlarında da sahip olan Via Port’ta alışveriş için kendinize oldukça zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Uzun alışveriş arasında acıkmanız halinde bir çok restoran size hizmet vermek için hazır bekliyor.
Popeyes, Kırkpınar Lokantası, HD İskender, Çiçek Izgara, Papa John’s Pizza, Mc Donald’s, Çıtır Usta bunlardan bazıları sadece.
Via Port’a gitmek ise çok basit. İstanbul-Ankara otoyolunda Ankara istikametine giderken Formula 1 İstanbul Park tabelalarını takip edin, Otoyolun sağ tarafında kocaman bir Via Port göreceksiniz. Via Port’u görüdükten sonra gireceğiniz ilk kavşak sizi çok kısa bir şekilde Via Port’a çıkartacaktır.
Ucuz ve keyifli bir alışveriş yaparken güzel bir geçirmek isterseniz size Via Port’u tavsiye ederim.
Keyifli Eğlenceler ve Alışverişler.
Atatürk Müzesi
Atatürk’ün kurtuluş savaşı öncesinde konakladığı ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ve egemenliğimiz için bir çok kararın alındığı İstanbul Şişli’deki tarihi ev, bugün Atatürk’ün özel eşyalarının sergilendiği bir müze olarak ziyaret edilebilmektedir.
İstanbul’un Atatürk Müzesi
1.Dünya Harbi bittikten sonra İstanbul’a gelen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Pera Palas gibi birkaç geçici ikamette kaldıktan sonra kız kardeşi Makbule Hanım ve annesi Zübeyde Hanım ile birlikte bugün Şişli ilçesi sınırlarındaki Halaskargazi caddesinde bulunan Oseb Kasabyan’a ait olan 3 katlı evi kiraladı. Aralık 1918 ile 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında Atatürk’ün kaldığı bu ev milli mücadelenin ve Türkiye Cumhuriyetinin de ilk adımlarının atıldığı, planların yapıldığı önemli bir karargahtı.
İlk katını yaverine veren Atatürk, ikinci kattını da çalıma ve toplantı odası olarak düzenlemiş, en üst katı ise annesi Zübeyde Hanım ile kardeşi Makbule Hanım için uygun görmüştü.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a milli mücadeleyi başlatmak için hareket ettiği 16 Mayıs 1919 gününe kadar bu evde kalmıştır.
28 Mayıs 1928’de İstanbul Belediyesi’nin (Şehremaneti) satın aldığı ev, 15 Haziran 1942’de İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından Atatürk İnkılabı Müzesi adıyla hizmete girmiştir.
Müzenin giriş katında Atatürk’ün doğumu, öğrenim yılları, ilk subaylık yılları, Trablusgarp, Balkan Savaşları (1911–1913), Atatürk büstü, Çanakkale Savaşları, Mondros Mütarekesi ve Osmanlı devletinin durumunu (Ekim 1918) Milli Mücadele hazırlıkları ile ilgili belgeler yer almaktadır.
Müzenin birinci katında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi (23 Temmuz–7 Ağustos 1919), Sivas Kongresi’nde giydiği jaketatay, yeleği, 1918 yılında Karlsbad’da satın aldığı ceket, Atatürk’ün 1920’li yıllarda giydiği Skoç takım elbisesi, kalpağı, termosu, rugan çizmesi, mareşal üniforması, potinleri, astragan kalpağı, çamaşırları, mecliste saltanatın kaldırılışı sırasında kullanılan kalemler, not defteri, Nutuk’un 1927′de basılan ilk baskısı , Gazi Mustafa Kemal Paşa adına Ankara’da hazırlanmış nüfus kağıdı, Amerika devlet başkanı Roosevelt’in Atatürk’e hediye ettiği müzik dolabı ile Büyük Taarruz ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.
Müzenin ikinci katında; Pisani’nin Yunanlıların İzmir’e çıkışı ile ilgili, Kurtuluş Savaşı’nda yaralılara bakan kadınlar, göçlerle ilgili tabloları, altın kaplama sigara tabakası, Lozan etiketli smokini, frakı, son yıllarında giydiği süveter, plaketler, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin maketi, yazlık giysileri, K.A markalı ipek gömleği, madalyaları, kahve fincanı, kartvizitleri, Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’a ilk gelişi olan 9 Temmuz 1927 tarihli belediyede imzaladığı defter, İbrahim Ferit’in, Ressam Emin’in Atatürk portreleri, İbrahim Çallı’nın Atatürk portresi, Zeki Kocamemi’nin Atatürk’ün cenaze merasimi ile ilgili 1939 tarihli tablosu bulunmaktadır.
Atatürk’ün bu güzel hatıralarını bizlere ulaştıran Atatürk Müzesine ulaşmak için Taksim – Hacıosman Metrosundan Osmanbey Durağında inmeniz yeterli.
Halaskargazi Caddesi metrodan indiğiniz caddenin ta kendisi. Sadece Şişli yönüne doğru biraz yürümelisiniz.
Atatürk Arboretumu
Atatürk Arboretumu, İstanbul Bahçeköy’de yer alan Belgrad Ormanı yanında yer alan İstanbul Üniversitesi’nin bilimsel araştırma ve gözlem amacıyla uzun emekler ile oluşturduğu mükemmel bir doğa müzesidir. Canlı çeşitliliğinin doğasına uygun olarak yetiştirildiği ve geliştirildiği arboretum, özellikle İstanbul’da sonbaharın tadını çıkartmak için birebirdir. Atatürk Arboretum ziyaretinizde çektiğiniz kareleri görenlere İstanbul’da çekilen fotoğraflar olduğuna inandırmak çok zor olacaktır.
Yeryüzü ağaçlarının küçük ormanı: Atatürk Arboretumu
İstanbul’un yanıbaşındaki bu muhteşem güzellikten bahsetmeden önce ilk olarak ‘Arboretum‘ kelimesinin ne anlama geldiğini açıklayarak yazıma başlamak istiyorum.
Arboretum Türkçe’mize Latince’den girmiş ve Ağaç Parkı anlamına geliyor. Yani Ağaç Müzesi de denilebilir.
İstanbul Bahçeköy‘de, Belgrad Ormanları‘nın içine 256 hektarlık alana konuşlananAtatürk Arboretumu; İstanbul Üniversitesi Ormancılık Fakültesi tarafından bilimsel çalışmalar için kullanılıyor. 1949 yılında kurulan arboretum, kurumsal anlamda T.C Orman Genel Müdürlüğü tarafından işletiliyor.
Türkiye’de sadece iki tane bulunan arboretumların bir diğeri ise Yalova‘daki Karaca Arboretumu‘dur. O da Hayrettin Karaca tarafından 13,5 hektarlık bir alan üzerine kurulmuş. Tabi İstanbul’dakine göre bayağı küçük.
Bahçeköy‘deki arboretum ilk bakışta bir açıkhava müzesini andırıyor. Çünkü içeride gördüğünüz bitkilerin türleri hemen önlerinde yazıyor. Böylelikle baktığınız ağacın türünü öğrenebiliyorsunuz.
Göller ve doğal güzelliklerle dolu gezi rotalarınız boyunca hayvan dostlarımız da sizleri yalnız bırakmıyor. Ördekler, kazlar, su kaplumbağaları, balıklar, kuşlar, kurbağalar, köpekler, hatta parkın en uzak noktasında bir yerde özgür ortamlarında yaşayan karacalar; arboretuma ayrı bir lezzet katıyor. Birçok hayvan ve bitki türünü burada doğal ortamlarında görme fırsatı elde ediyorsunuz.
Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan Kirazlıbent ile 1916 yılında Neşet Hoca tarafından kurulan Türkiye’nin ilk fidanlığını da Atatürk Arboretumu‘nun içinde görebilmek mümkün.
Arboretumu İstanbul’un saklı cenneti diye sıfatlandırmamın özel bir nedeni var. Çünkü burası İstanbullular tarafından pek bilinmiyor. Bu kadar güzel bir doğal mekanda az ziyaretçi görmemi ancak bununla açıklayabiliyorum. Açıkçası ben de burayı Foursquare üzerinde rastgele keşfettim. Yani bir hafta öncesine kadar burayı ben bile bilmiyordum.
Gelenlerin çoğu bitkileri incelemek yerine doğanın tadını çıkarmayı ve gördükleri güzellikleri fotoğraflamayı tercih ediyor. Ayrıca gelin ve damatların düğün fotoğrafları için vazgeçilmez bir tercih olduğu da görülüyor. Çünkü gittiğim gün 3 tane çift, düğün fotoğrafları çektirmek için arboretuma gelmişti. Özel çekimler için ekstra ücret istediklerini de hatırlatmak isterim.
Atatürk Arboretumu Nerede Nasıl Gidilir?
Atatürk Arboretumu‘na ulaşmanız için size önerebileceğim en hızlı yol; metro ile Hacıosman durağına gelip, Bahçeköy otobüslerine binmeniz olacaktır.Kemerburgaz Yolu isimli otobüs durağında inip, birkaç dakikalık kısa bir yürüyüş yaparak ulaşabilirsiniz. Durağa gelen otobüs hatları;
42HM BAHÇEKÖY-HACIOSMAN
59RK RUMELİHİSARÜSTÜ BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ – ARIKÖY
153 BAHÇEKÖY-SARIYER
42M BAHÇEKÖY-4.LEVENT METRO
42 BAHÇEKÖY-4.LEVENT METRO
42T BAHÇEKÖY-TAKSİM
Özel arabayla gelmek isteyenler için ücretsiz otoparkı da bulunuyor.
Alman Çeşmesi
Sultanahmet Meydanında yer alan Türk-Alman dostluğunun en önemli simgesi olan Alman Çeşmesi, Almanya’da üretilmiş ve parça parça İstanbul’da birleştirilmiştir. Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul’a olan ikinci ziyareti anısına yaptırılmıştır.
Türk – Alman Dostluğunun Simgesi Alman Çeşmesi
Sultanahmet Meydanında tramvaydan inipSultanahmet camisine doğru yürürken meydanın girişinde yer alan Alman Çeşmesi Sultan 1. Ahmet Türbesinin tam karşısında konumlandırılmıştır.
Alman Çeşmesi, Sultanahmet Camii,Ayasofya ve Dikilitaş manzaralı görkemli bir çeşme olarak İstanbul’da simgeleşmiştir.
Alman imparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul’u ikinci ziyareti anısına Alman Çeşmesi 1899 yılında yapılmaya başlamıştır. Alman imparatorunun İstanbul’a hediyesi olan bu çeşme parçaları Almanyada üretilmiş ve İstanbul’a parça parça getirilip birleştirilmiş ve 2. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901′de görkemli bir törenle açılmıştır.
Alman Çeşmesi’nin planı Mimar Spitta tarafından çizilmiş ve çeşme yapımında, Mimar Schoele başta olmak üzere Carlitzik ve Joseph Antony’nin de aralarında bulunduğu ekip tarafından yapılmıştır.
Alman Çeşmesi neorönesans tarzında yapılmış olup ne osmanlı meydan çeşmeleri ne de Avrupa’nın heykelli çeşmelerine benzemektedir. İçi Altın mozaiklerle donatılan Alman Çeşmesi’nin yeşil soma taşından oluşan kubbesi 8 kolon üzerine oturtulmuş ve kubbe eteklerine 8 madalyon yerleştirilmiştir. Bu madalyonun dördünde 2. Amdülhamid tuğrası ve diğer dördünde ise 2. Wilhelm’in inisiyali olan W ve altına 2 rakamı işlenmiştir. (İnisiyal , bir kişinin baş harfi demektir.)
Alman Çeşmesi üzerinde ise Osmanlı bir kitabe bulunup, bu kitabe Osmanlı Seraskerlik dairesinden edebiyatçı Ahmet Muhtar Paşa’nın beyti sülüs yazıyla İzzet efendi tarafından yazılmıştır. Kitabe Metni şu şekildedir.
Hazreti Abdülhamid Hanın muhibbi halisi
Ziveri eklili haşmet, kayser alitebir
Ya’ni alman imparatoru, hükümdarı güzi
Hazreti Wilhelmi Sani, kamuranı nizigar
Padişahı ali Osmani ziyaret kasdidüb
Mahdemiyle eyledi İstanbulu pirayedar
Bu mülakatı muhabbet perveri tezkar içün
Eyledi bu çeşmesarı saha piray-i karar
Sübesü cari olan abı safa teşkil eder
Abi safii müsafata misali abdar
Vakfa giri hayret eyler çeşmi ehli dikkati
Tarzi inşaasındaki hissi bedii zernigar
Rükni ak’vai hayatoldukça abi canfeza
Payidar olsun bu te’sisi muhabbet üstüyar
Bi bedel tarihi caridir lisanı luleden
Oldu bu çeşme mülakate ne dicu yadigar (1316)
Büyük Postane
Türkiye’nin en büyük postane si olan Büyük Postane, Türk mimarisinin en önemli eserlerinden biridir. Posta ve Telgraf nezareti binası olarak inşa edilen yapının mimarı da Türk, Vedat Tek’tir. Sirkeci’de cadde üzerinde bulunan yapı bugün de PTT İstanbul bölge müdürlüğüdür. İçerisinde Türkiye’deki posta, telefon ve telgrafın tarihini anlatan PTT Müzesi bulunmaktadır.
Türkiye’nin En Büyük Postanesi Sirkeci’de
Yapımına 1905 yılında Posta ve Telgraf Nezareti binası olarak başlanan Büyük Postane, Mimar Vedat Tek’in ilk eseri olup Türkiye’nin En Büyük Postanesidir.
1909 yılında yapımı tamamlanan Postane’ye 1930′lu yıllarda Yeni Postane olurken sonraları adı değiştirilerek Büyük Postane olarak günümüze kadar gelmiştir. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın ilk örnekleirnden olup, Cephe yontma taş ve mermerdir. Tuğlalarını Vedat Tek’in özel olarak tasarladığı sanılan Büyük Postane Ana girişi çok büyük bir salona açılır. Çatıya dek yükselen tavan, turuncu ve mavi renk ağırlıklı camlarla kaplıdır. 16. yy Osmanlı üslubunu benimseyen bir süsleme yapısı bulunan Büyük Postane’nin bir maketi de bugün Miniatürk açık hava müzesinde yer almaktadır.
Sirkeci’de cadde üzerinde yer alan Büyük Postane, Eminönü Yeni Cami (Valide Sultan Cami) ve Mısır Çarşısına çok yakın bir konumda olan Büyük Postane’nin giriş kapısında eski yazı ile “Posta Telgraf Nezareti” yazılıdır.
Büyük Postane binası 1927-1936 yılları arasında İstanbul Radyo Evi olarak da hizmet etti ancak, 1958 yılında tamamen posta ve telgraf işlerinde kullanılmaya başlandı.
Bugün halen İstanbul Avrupa Yakası PTT Başmüdürlüğü olarak hizmet veren Büyük Postane giriş katında ise tam teşekküllü bir postane (Sirkeci PTT Merkezi) yer almaktadır.
Büyük Postane içerisinde Türkiye’nin iletişim ve telekomünikasyon tarihi hakkında bir de müze bulunmaktadır.
Kadıköy Boğa Heykeli
İstanbul’un köklü takımlarından Fenerbahçe’nin de simgelerinden olan Kadıköy Boğa Heykeli, Fransız Heykel İzidor Bonhevr tarafından yapılmıştır. Fransızların Almanlara karşı güç gösterisi olarak yaptığı bir eser olan Boğa Heykeli, İstanbul’da bir kaç durak gezdikten sonra bugün Kadıköy Altıyol’da herkesin buluşma noktası gibi bir durak olmuştur.
Kadıköy’de Tarihi Boğa Heykeli
Fransız Heykel İzidor Bonhevr bugün Kadıköy Altıyol’da bulunan Boğa Heykelini yaptığında eminim ki bu heykelin bu kadar yol katedeceğini ve sonunda bir Futbol takımının simgesi olabileceğini asla düşünemezdi.
Kadıköy Altıyol’da bulunan heykel ilk yapıldığında takvimler 1864 yılını gösteriyordu. Fransızlar gücün simgesi olan “Boğa” ile Almanlara mesaj vermek niyetiyle heykeli yapmış ancak, Almanlar savaşta Fransızlara üstün gelince Heykel de Almanya’ya getirilmiş.
Boğa heykelinin Türkiye yolculuğu ise 1.Dünya savaşı yıllarında başlamış. Almanlarla birlikte İngilizler ve Fransızlara karşı savaşan Osmanlı’ya gücün simgesi Boğa Heykeli, 2. Wilhelm tarafından dönemin Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya 1917 yılında hediye edilmiştir.
İlk kez dikildiği Kadıköy’den sonra Beylerbeyi Sarayı, Hilton Oteli, Şimdiki Lütfi Kırdar’ın önü derken ilçe olan Kadıköy’e tekrar getirildikten sonra bugünkü yerine dikilmiştir.
Yıllar sonra Fenerahçe’li Futbolcu Serthat Akın attığı her gol sonrasında yaptığı Boğa işareti ile Kadıköy’ün Boğasıyım imajını akıllara yerleştirirken, artık Fenerbahçe maçları öncesinde üzerine bayrak takılan, birlikte fotoğraf çektirilen bir simge haline gelmiştir.
Son zamanlarda Fenerbahçe Sarı Kanarya lakabının yanında Fenerium’larda sattığı T-Shirtlere Boğa simgesini yerleştirmeye başlayarak Fenerbahçe’ye yeniden simgeleştirme yoluna girildi.
Kadıköy Boğa Heykeli ilginç bir şekilde gerçekten Altı yolu birleştiren bir noktada yer alırken bir çok insan Kadıköy’de buluşmak için Boğa heykelini adres gösterir. Boğa Heykelini daha önce hiç görmediyseniz, Kadıköy Vapur İskelesine sırtınızı vererek, yukarı doğru Osmanağa Camii yanından çıkarsanız yolun ucunda tam orta yerde Boğa Heykeli sizi selamlıyor olacak.
İstanbul İtfaiye Müzesi
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından kurulan müzede, Türkiye’deki İtfaiyecilerin ve İtfaiyeciliğin tarihinden örnekler sergilenmektedir. Ve Fatih’te bulunan İtfaiye Genel Müdürlüğü binası içerisinde yer almaktadır.
İtfaiyelerin Müzesi
Onlar, Ateşle savaşanlar, Yangınlarla boğuşanlar, bazen bir kediyi bazen de arabasında sıkışmış bir sürücüyü çıkartmak için her türlü sıkıntıyla boğuşanlar İtfaiyeciler.
Rahmetli dedem Dağıstanlı Hasan Ok, abileri ve şimdi de onların evlatlarının neredeyse hepsi İtfaiyeci yani Ateşle savaşanlardı…
Bugün Fatih Saraçhanede bulunan İtfaiye binasının bir bölümünde yer alan İtfaiye Müzesi, Ateşle savaşanların tarihini bizlere 300 yıllık derin bir zaman tünelinden getirmekte.
Bugün ki İtfaiyeden bahsedebiliyorsak bunun sebebi; David olan ismini Müslüman olup Davut-u Hakiki olarak değiştiren bir Fransız mühendisinin yaptığı pompa, 1714′de Tophane ve Tüfekhane de çıkan yangınlarda kullanılıp başarı elde edince Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından Yeniçerilerin bir kolu olarak kurulmuştur. Zamanla gelişen ve teknolojisini ilerleten İtfaiye teşkilatına Kont Szchenyi (kont zeçeni) önayak olarak gelişimi hızlandırdı.
1928 yılında İtfaiye Müzesinin kurulmasına karar verildi. İtfaiyecilerden ve çeşitli kaynaklardan zorlukla dört yılda toplanan İtfaiyecilikte kullanılan malzemeler sayesinde 1932 yılında İtfaiye Müzesi kapılarını ziyaretçilerine açtı. Zaman zaman yenilenen müze, yenileme çalışmaları sırasında kapalı kaldı ancak, 1998 yılında yeniden bu kez “Kont Szchenyi İtfaiye Müzesi” olarak yeni adıyla ziyarete açıldı.
Müzede en eski yangın söndürme araçlarından çeşitli tulumbalar, Yangın önleme fıçıları, Bayezid Kulesinde kullanılan işaret sepetleri, telefon santralleri, motorlu yangın söndürme araçları, Yangın Miğferleri, İtfaiyeci ve Tulumbacı kıyafetleri gibi 1050 parça eser sergilenmektedir.
Türkiye’nin Tek İtfaiye Müzesi olma özelliğini taşıyan “Kont Szchenyi İtfaiye Müzesi” İtfaiye Şehitlerini de unutmamış ve onlar için de bir tabaka yazdırmıştır.
Görülmeye değer bir müze olmakla birlikte, bugünün son teknoloji araçlarına bakıp hayran kalan bizler bir de geçmişin teknolojileri ile neler başarıldığını görmek için bu müzeye gitmekte fayda var.
Cağaloğlu Hamamı
Ayasofya Külliyesindeki kütüphanesine ve Aya Sofya Camiine gelir sağlamak için 1741 yılında, dönemin padişahı 1. Mahmut’un yaptırdığı Cağaloğlu Hamamı, Mimar Süleyman Ağa çizmiş tarafından çizilmiş ve Abdullah Ağa tarafından bina edilmiştir. Bugün halen hizmet vermeye devam eden Cağaloğlu Hamamı, Yerebatan Sarnıcı ile aynı sokaktadır.
Tarihi Cağaloğlu Hamamı
Ayasofya Külliyesindeki kütüphanesine ve Aya Sofya Camiine gelir sağlamak için 1741 yılında, dönemin padişahı I. Mahmut’un yaptırdığı Cağaloğlu Hamamı, Mimar Süleyman Ağa çizmiş tarafından çizilmiş ve Abdullah Ağa tarafından bina edilmiştir.
Cağaloğlu Hamamının olduğu yerde önceleri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın bir sarayı vardı. Bu yapı 1740 senesinde yandıktan sonra bu saray yerine yapılmıştır. Kadınlar ve erkekler için ayrı bölümleri olan çifte hamamın, kadınlar çıkışı hamam sokağında, erkekler çıkışı cadde tarafındadır.
Osmanlı Dönemi’nde inşa ettirilen son büyük hamam ve en büyük çifte hamamlardan olma özelliğini taşıyan Cağaloğlu Hamamında daha önce rastlanmayan yenilikçi bir mimari benimsenmiştir.
İki Yüz Yetmiş İki yıldır ayakta duran Cağaloğlu Hamamı, günümüzde halen faaliyet gösterirken, çoğunluğu yabancı olmak üzere çok sayıda ziyaretçiye hizmet vermektedir.
Bir zamanlar Osmanlı ahalisinin, tarihin kirlerini attığı bu hamamda temizlenmek ve tarihin nemli kokusunu hissetmek çok farklı bir duygu ve tecrübe olacaktır.
Yerebatan Sarnıcının çok yakınında bulunan Cağaloğlu Hamamına gitmek istiyorsanız, Ayasofya ile Yerebatan Sarnıcını birleştiren sokaktan içeri girince yolun sağ tarafında 200 metre kadar ilerde bu tarihi hamam sizi sıcaklığı ile ağırlayacaktır.
Çemberlitaş Sütunu
1. Konstantin Roma’daki Apollon tapınağından söktürdüğü 57 metre uzunluğundaki Apollon Sütununu, Forum Konstantin adı verilen meydana yani bugünkü yerine M.S. 300 yılında kendi onuruna diktirmiştir. Rivayete göre Çemberlitaş’ın altına yapıldığı sıralarda Hz. İsa’nın mezarından yani Kudüs’ten getirilen bazı eşyaların konulmuştur.Konumu itibariyle, Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, Beyazıt arasındaki bir bölümde kalan Çemberlitaş, tarihi İstanbul’un önemli eserlerinden olup yüzyıllardır İstanbul’un başından geçenleri derin bir sessizlikle izlemeye devam etmektedir.
Tarihin Sessiz Tanığı Çemberlitaş Sütunu
1. Konstantin Roma’daki Apollon tapınağından söktürdüğü 57 metre uzunluğundaki Apollon Sütununu, Forum Konstantin adı verilen meydana yani bugünkü yerine M.S. 300 yılında kendi onuruna diktirmiştir.
İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Forum Konstantine dikilen meşhur Apollon sütunu, Her biri 3 ton ve 3 metre çapındaki 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konarak birleştirilmesi ile oluşturulmuştur.
İlk geldiğinde tepesinde doğan güneşi selamlayan Apollon heykeli varken, 1.Konstantin bu heykeli kaldırıp kendi heykelini sütunun tepesine diktirmiştir. Daha sonraları Julianus ve Theodosius heykelleri yapının tepesine konulan heykeller olmuştur.
1081 yılında yıldırım isabet eden Apollon sütunu yıkılmış, heykeli devrilmiş ve akabinde I. Aleksios Komnenos tarafından onartılmış, tepesine de bir haç ile kaidesi olan bir başlık konmuştur. 1453′te İstanbul’un fethi ile birlikte Fatih Sultan Mehmed Han Haç’ı kaldırmıştır.
Yavuz Sultan Selim tarafından ilk kez 1400′lü yıllarda onarılan Apollon Sütunu, geçirdiği yangından sonra Sultan 2.Mustafa tarafından yenilenmiştir. Yenileme çalışmalarında duvarlarla takviye edilen Apollon Sütunu çevresine demir çemberler sarılarak güçlendirildikten sonra adını da bu çemberlerden alarak Çemberlitaş olarak anılmaya başlamıştır.
Bugünkü boyu geçmiştekinden çok uzaktır. 57 metrelik ilk hali geçirdiği uzun zaman, yangınlar ve yıldırım sonrasında bugün 35 metre kadar kalmıştır.
Rivayete göre Çemberlitaş’ın altına yapıldığı sıralarda Hz. İsa’nın mezarından yani Kudüs’ten getirilen bazı eşyaların konulmuştur.Konumu itibariyle, Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, Beyazıt arasındaki bir bölümde kalan Çemberlitaş, tarihi İstanbul’un önemli eserlerinden olup yüzyıllardır İstanbul’un başından geçenleri derin bir sessizlikle izlemeye devam etmektedir.
Beyazıttan Sultanahmet’e doğru yolun sol tarafından tramvay yolunu takip ettiğinizde bu İstanbul’un en eskilerinden olan Çemberlitaş’ı görmeniz mümkün olacaktır.
Dikilitaş
Sultan Ahmet Meydanının güneyinde yer alan Dikilitaş MS 390 yılında imparator 1. Theodosius Dikilitaşı gemi ile İstanbul’a getirterek Hipodrom’da bugünkü yerine diktirdi. Dikilitaş, ilk olarak Mısır firavunu 3. Tutmosis tarafından MÖ 15. yüzyılda yaptırılmış ve Karnak tapınağının 7. pilonunun güneyine dikilmişti.
Roma imparatoru 2. Constantius MS 357 yılında Dikilitaşı tahtta bulunuşunun 20. yılını kutlamak için Nil nehri üzerinden İskenderiye şehrine getirtti.
Sultanahmet Meydanı Dikilitaş ile Daha Özel
Sultan Ahmet Meydanının güneyinde yer alan Dikilitaş MS 390 yılında imparator 1. Theodosius Dikilitaşı gemi ile İstanbul’a getirterek Hipodrom’da bugünkü yerine diktirdi.
Dikilitaş, kırmızı Asvan granitinden yapılmıştı ve orijinal yüksekliği 30 m idi. Fakat, ya nakliye sırasında ya da şimdiki yerine yerleştirilirken alt bölümü zarar gördüğü için bugünkü yüksekliği 18,45 m’dir (kaidesi ile birlikte 24,87 m). Ağırlığının ise yaklaşık olarak 200 ton olduğu tahmin edilmektedir.
Bu arada Hipodromu bir çok okuyucumuz merak ediyordur eminim. İstanbul’un bugün Sultan Ahmet Meydanı olarak bilinen alanı, Bizans döneminde Hipodrom olarak bilinir ve burada gösteriler yapılırdı. Bizans’ın bu eski ve görkemli meydanı o denli önemliydi ki Bizans’ın en önemli yapıları bu Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı gibi eserlerin bu meydan etrafında olma sebebi de Bizans’a dayanmaktadır.
Dikilitaş, ilk olarak Mısır firavunu 3. Tutmosis tarafından MÖ 15. yüzyılda yaptırılmış ve Karnak tapınağının 7. pilonunun güneyine dikilmişti.
Roma imparatoru 2. Constantius MS 357 yılında Dikilitaşı tahtta bulunuşunun 20. yılını kutlamak için Nil nehri üzerinden İskenderiye şehrine getirtti.
ŞARK MEKTUPLARI kitabının sahibi Lady Montagu, 1718 tarihindeki mektupların birinde şunları kaydetmiştir: Bu taş, murabba şeklinde yontma taştan bir ayak üzerine mevzu dört sütun üzerinde duruyor. Taşın iki ayağında Kabartma olarak bir muharebe ve bir meclis resmi var. Diğer ikisinde ise Rumca ve Latince şunlar yazmaktadır:
- Kuzeybatı cephesi
- “18. sülaleden Yukarı ve Aşağı Mısır’ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.”
- Kuzey cephesi
- “Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan tanrı Amon’a kurbanını büyük bir acz içinde sunduktan sonra, ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti.”
- Güneydoğu cephesi
- “Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.”
- Güney Cephesi
- “Tanrı Horus’un lütfuna mazhar olan ve Güneş’in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır’ın hükümdarı olan firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin’e kadar yaydı. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı”.
Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılarsa Doğu Roma İmparatorluğunda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmış.
Grekçe yazının şunları yazdığı anlatılıyor;
“Devamlı suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini İmparator Theodosius gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde 32 günde yerine dikildi.”
Latince metinde ise taşın ağzından yazılmış bir metin yer alıyor;
“Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilenen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında 30 günde yükselmeye mecbur kaldım.”
Tarihi bu denli eski ve öneme sahip bir taşın halen ayakta ve İstanbul’un nadide parçalarından olması şüphesiz ki biz İstanbullular için büyük bir şanstır.
İstanbul ziyaretinizde mutlaka görmeli ve tarihi yerinde yaşamalısınız.
Rahmi Koç Müzesi
İstanbul’un en büyük müzelerinden olan Rahmi Koç Müzesinde Sanayi ve Mekanik ile ilgili geçmişten günümüze bir çok eser sergilenerek bilim, araştırma ve genel kültür olarak bir çok insanın geçmişine ve geleceğine ışık tutmaktadır. Eski otomobiller, gerçek bir denizaltı, gerçek bir şehir hatları vapuru ve bir çok mekanik aletin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı müzenin ilk adımları, Rahmi Koç’un çocukluğunda Almanyadan gelen oyuncak bir trenle başlıyor.
Yakın Tarih Rahmi Koç Müzesinde…
Rahmi Mustafa Koç’a oluşturduğu ve 1994 yılında ilk olarak ziyarete açılan kocaman “Rahmi M. Koç Müzesi” kadar kocaman bir teşekkür ederek başlamak ve bu gerçek anlamda eşsiz müzeyi dilim döndüğünce, klavyem yettiğince sizlerle paylaşmak istiyorum.
Koleksiyonu saymaya kalksam siz bu sayfayı okumayı bitirdiğinizde miyop falan olmanız kaçınılmaz.
Rahmi Koç, Müzenin resmi sitesinde yaptığı açıklamada; Rahmetli Vehbi Koç’un Almanya’dan getirdiği ilk elektrikli trenin bu müze için ilk tuğla olduğundan bahsederken, yıllardır ailesinin işleri ve sektörün içerisinde olması nedeniyle bir çok mekanik parçayı biriktirme şansı olduğunu ve diğer koleksiyonlarının da bunlara eklenmesiyle depolayacak yer bulamaması sayesinde bu eşsiz koleksiyonu halka açma fikrinin doğduğundan bahsediyor.
Rahmi M. Koç müzesi genel anlamda Lengerhane, Tersane ve Açık hava sergi alanı olmak üzere 3 ayrı alandan oluşmuş ve bu alanlar koleksiyonun sergilenmesinde yeterli olamamasının doğurduğu ihtiyaç doğrultusunda satın alınarak müzeye kazandırılmış.
İlk olarak üniversite yıllarında ziyaret ettiğim Rahmi M. Koç Müzesine o gün de hayran olmuş ve neredeyse her parçanın önünde dakikalarca kalmıştım.
En çok zamanımı da günlük hayatta evimizde kullandığımız neredeyse tüm ev aletleri ve hatta bir arabanın da nasıl çalıştığını anlatan gerçek makinelerin önünde harcamıştım.
Ciddi anlamda çok büyük bir müze. Sanayi, Denizaltı, Vapur, Açık Hava müzesi gibi bir çok bölümden oluşan müzede iyi bir gezinti isterseniz kocaman bir günü Rahmi M. Koç müzesinde geçirirseniz asla pişman olmazsınız.
Hepimiz hayatımızın bir çağında bir elektronik veya mekanik aleti açıp içini merak etmiş, nasıl çalışıyor acaba diye düşünmekten kendimizi alamamışızdır. Burada bir çok makinenin (Çamaşır Makinesi, Şofben, Bulaşık Makinesi, Buzdolabı, Otomobil…) çalışma prensibi ve yöntemleri ışıklı ve sesli olarak bire bir anlatılmış.
Hani eskiler derler ya; “Gavur yapıyor işte*” lafını burada defalarca kez söyleyeceksiniz
NOT*: Bu lafı asla din, dil, ırk ayrımı yapmak için kullanmıyorum. Bilakis insanların her türlü tercihinde özgür olduğuna inanıyorum. Sonuçta her koyun kendi bacağından asılır
Rahmi M. Koç Müzesinde Atatürk Bölümü, Kara Yolu, İletişim, Havacılık, Demiryolu, Denizcilik, Yaşayan Tarih, Makineler, Bilimsel aletler ve Oyuncak Modeller olmak üzere kategorilere ayrılmış.
Koleksiyonda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kişisel eşyalarının, hiç bir yerde görülemeyecek fotoğrafların, dönemin koşullarına dair eşyaların ve dünyada yayımlanmış makalelerden oluşan geniş bir koleksiyon var. Bu koleksiyonu gördükten sonra Atatürk’ü daha yakından tanıyacak ve anlayacaksınız diye düşünüyorum.
Diğer bölümlerde çok yakından tanıdığınız aletler olduğu kadar hayatımızda hiç göremeyeceğimiz aletlerle de tanışma fırsatı bulacaksınız.
Koleksiyonun önemli parçalarından biri de antika araba koleksiyonu. Çok değişik ve çeşitli arabaları görmek ve geçmiş hakkında bilgi sahibi olmak mümkün.
Rahmi M. Koç müzesinin nadide parçaları ise bambaşka bir dünyaya gideceğiniz Uluçali Reis Denizaltısı ve Fenerbahçe Vapuru. Bu bölümleri görmek için bizzat deniz üzerinde yüzen müzeyi ziyaretiniz şart.
Uluçali Reis Denizaltısı, 2.Dünya Savaşında Japonya’ya karşı savaşan Denizaltılardan biriydi ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığına 30 yıl kutsal hizmette bulunmuştur. Bu güzel tarihi bizzat içine girerek rehber eşliğinde gezmeniz mümkün.
Fenerbahçe Vapuru ise şehir hatlarında hizmet veren Bahçeli Tipi bir vapur. Yalova, Çınarcık, Sirkeci, Adalar hattında hizmet vermiştir. Fenerbahçe vapurunu da içine girmek sureti ile gezmek mümkün. Hatta içerisindeki kafeterya sayesinde haliç manzaralı çayınızı da yudumlayabilirsiniz.
Denizaltı ve Vapur gibi interaktif olarak size canlı müze görevi gören lokomotif ve eski tekneler ile kısa haliç turları yapmanız da bu müzeyi diğerlerinden ayıran bir başka avantaj.
Rahmi M. Koç Müzesinin bence en harika bölümü Keşif Küresi.
Kubbe biçimindeki yapı içine girdiğinizde izletilen özel videolar sayesinde gerçek bir gök hareketini izleme şansı buluyorsunuz. Yıldızları ve gök hareketlerini izlerken bir başka dünyaya gidecek ve çok farklı bir deneyim yaşayacaksınız.
Rahmi M. Koç Müzesi, havaların son güzellik yaşadığımız şu günlerde ailenizle, öğrencilerinizle veya arkadaşlarınızla keyifli zaman geçirebilir, Düne, Bugüne ve Yarına ışık tutan bu icatları görerek çok farklı bir deneyim yaşayabilirsiniz.
Rahmi M. Koç Müzesi Haliç kıyısı Hasköy’de…
Vefa Bozacısı
Osmanlı Devleti İslamiyeti kabul etmesi ve özellikle 4.Murad’ın içki ve sigara gibi zararlı alışkanlıkları yasaklamasıyla, İstanbul’da Şıra ve Boza gibi doğal mayalı içecekler rağbet görmeye başlamıştır. Hacı Sadık Bey o günlerdeki daha sıvı olan bozayı farklı bir şekilde imal etmeye başlaması Lezzet mirasımız olan Vefa Bozasının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sıcacık leblebi ile içmesi pek bir lezzetli olan Vefa Bozacısı halen Vefa semtinde ilk günkü yerinde hizmet vermeye deva etmektedir.
Lezzet Mirasımız Tarihi Vefa Bozacısı
Sokağımızda ne zaman “Boooooozaaaaa, Bozaacıııı” diye bağıran satıcının sesini duysak anlarız ki sonbahar ile birlikte Türk Kültürünün vazgeçilmez lezzetlerinden Boza zamanı gelmiştir.
İyi bir Boza içmek için bugün gidilecek en güzel yer bugün Vefa’da bulunan Tarihi Vefa Bozacısı’dır. Vefada yer alan Tarihi Vefa Bozacısı yılların tecrübesi ve tarihin bıraktıkları ile halen hizmet vermekte. Mermer küpler içerisinde usta ellerden size sunulan Vefa Bozası tam bir efsane. Mermer küpler ise bu işin sırrı olarak nitelendirilir.
Tarihi Vefa Bozacısı’na giderseniz, yapmanız gereken ilk şey bozacının tam karşısında yer alan kuruyemişçiden, her zaman sıcak olan kavrulmuş leblebiden alarak Tarihi Vefa Bozasını içmeye hazır gitmeniz.
Bozanızı alınca da bardağın üzerine bolca leblebi ve tarçın ekmeniz boza içmenin tam manasını yerine getirmek olacaktır.
Tarihi Vefa Bozacısı’nda özel bir köşede Gazi Mustafa Kemal’in boza içtiği bardak sergilenmeye devam etmektedir.
İstanbul’a 1870′lerde İstanbul’a gelen ve yaklaşık 200 ailenin boza yaparak sattığını gören Tarihi Vefa Bozacısının kurusucu Hacı Sadık Bey, o gün daha sıvı kıvamlı olan bozayı değiştirip bugünkü kıvamlı Boza’yı imal ederek 1876 yılında Tarihi Vefa Bozacısı markasını oluşturmuştur.
Tarih kaynaklarında 14. yüzyılda adı geçmeye başlayan Türk şırası Boza, 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin aktardığına öre İstanbul’da 200′den fazla boza dükkanı vardı ve binden fazla bozacı çalışıyordu.
Neredeyse Asya’nın tamamına yayılmış bir içecek olan Boza; darı irmiği su ve şekerden üretilir.
A ve B vitaminlerinin dört türü ile C ve E vitaminlerini içinde bulundurur. Boza, mayalanması sırasında laktik asit üretir. Çok az gıdada bulunan bu Laktik asit çok değerli olup, hazmı kolaylaştırıcıdır. Süt yapıcı özelliği nedeniyle hamile bayanlara ve vitamin kaynağı olarak sporculara tavsiye edilir. Kolera hastalığının tedavisinde de etkilidir.
2000′li yıllarda oluşturulan yüksek teknoloji tesisleri sayesinde artık seri üretim yapan Tarihi Vefa Bozacısı 0,5 Lt, 1 Lt ve 2 Lt’lik özel ambalajları ile marketlerde de satılmaya başlanmıştır.
Tarihi Vefa Bozacısı, Ekim – Nisan ayları arasında Boza satarken, Nisan – Ekim ayları arasında ise Limonata, Kuru üzüm şırası, Dondurma satmaya devam etmektedir.
Haydarpaşa Garı
Bir çok eski Türk filminde İstanbul’a Anadoludan göç eden insanların İstanbul’un güzelliklerini ilk görmeye başladığı yer olan Haydarpaşa Garı aynı zamanda İstanbul’un en önemli simgelerinden biridir. 1908 yılında yapımı tamamlanan ve İstanbul’un Anadolu’ya, Hicaz Demir yoluna açılan kapısı Haydarpaşa Garıdır. Selimiye kışlasının yapımında fazlaca emekleri bulunan 3.Selim’in paşalarından olan Haydar Paşa’nın adı bu devasa yapıya layık görülmüştür.
Anadolu’dan İstanbul’a Açılan Dev Kapı
Türk filmlerinin klasik sahnesidir; köyünden iş bulmaya sırtında yatak yorganı ile İstanbul’a gelen garip köylü, trenden indiğinde gözünü Haydarpaşa Garında açar. İstanbul macerası orada başlamıştır. Haydarpaşa Garının ihtişamı ve denize açılan kapısından çıktığında gördüğü manzara ile “Taşı Toprağı Altın” dedikleri İstanbul’a hayranlıklar bakar.
Pek çok filmde benzer senaryolarla karşılaşırken, birçok film ve video klip için de ev sahipliği yapan Haydarpaşa Garı 1906 yılında yapılmaya başlandığında Osmanlı İmparatorluğunun tahtında 2. Abdülhamit oturuyordu.
1908 yılında yapımı tamamlanan ve İstanbul’un Anadolu’ya, Hicaz Demir yoluna açılan kapısı Haydarpaşa Garıdır. Selimiye kışlasının yapımında fazlaca emekleri bulunan 3.Selim’in paşalarından olan Haydar Paşa’nın adı bu devasa yapıya layık görülmüştür.
Neo Klasik Alman Mimarisi özelliklerini taşıyan yapıyı elbette bir Japon değil Alman şirketi tarafından yapmıştır. Alman mimarlar ile birlikte İtalyan taş ustalarının da emeği vardır yapıda.
İstanbul’un önemli simgelerinden olan Haydarpaşa Garı önünde, 1850 İngiliz yapımı bir buharlı lokomotif sergilenmekte. Doğu hatlarında çalışan bu lokomotif 1950 yılında yani 100 yaşında emekliye ayrıldıktan sonra iyi bir restorasyon geçirdikten sonra 1980 yılı itibariyle Haydarpaşa Garı önünde sergilenmektedir.
1.Dünya savaşı sırasında 1917 yılında Osmanlı’nın cephanelerini saklayan depolara yapılan sabotaj sonucu büyük bölümü hasar gören yapı onarılmış ve bugünkü halini yeniden almıştır. Haydarpaşa Garının talihsizliği burada bitmeyecek ve gara yakın bir mevkide denizde çarpışan biri akaryakıt yüklü iki geminin hararetli yangınından bina yüzeyindeki kurşun vitraylar etkilenecek ve Haydarpaşa Garı bir kez daha onarım görecektir.
Zaman içerisinde kuleleri ve bina genel olarak restore edilmiş ve onarımlar görerek günümüze gelmiş olup 2010 yılında çatısında çıkan yangın sebebiyle 4. katı kullanılamaz hale gelirken çatısı da neredeyse tamamen yanmıştır.
Marmaray ve Hızlı trenler için yapılan genel yenileme çalışmaları sebebiyle 1 Şubat 2012 itibariyle Haydarpaşa Garı da dinlenmeye çekilmiştir.
1453 Panaroma İstanbul Müzesi
İstanbul’un fethinin 3 boyutlu ve panaromik olarak gerçek sesler ve görsellerle anlatıldığı 1453 Panaroma İstanbul Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul’a hediyesidir. Gerçeğine uygun şekilde hazırlanan fetih sahnelerinde İstanbul surlarına atılan ilk adım ve yıkılmaz denilen surların, ünlü demirci ustası Urban’ın toplarıyla delindiği anlar gibi sahneler canlandırılmaya çalışılmaktadır. Müzede özellikle görsel ve ses özellikleri ön plandadır.
İstanbul’un Fethi Müzesi Panaroma İstanbul 1453
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” sözü ile başlayan serüvenin 1453 yılında Osmanlı Padişahı 2.Mehmed ile son bulan fethin tarihini yaşatan ve gelecek kuşaklara aktarmayı hedefleyen Panaroma 1453 Tarih Müzesi Topkapı-Edirnekapı’da ziyaretçilerini bekliyor.
Şehri fethettikten sonra “Fatih” ünvanı alan 2.Mehmed’in şehrin girilmez geçilemez denen Topkapı’dan şehre girdiği yer, yıkılamaz denen surları yıktığı yere kurulu olan Panaroma 1453 Tarih Müzesi, solunda Edirnekapı surları, sağında Silivrikapı surları olmak üzere kuşatmanın en çetin geçen bölgesinde kuşatmanın kalbinde kurulmuş ve günümüz İstanbullusuna, günümüz insanına zorlu kuşatmayı, fethi birebir yaşamanızı hedeflemektedir.
38 Metrelik bir kubbe altında kurulu ve Türkiye’nin ilk panaromik, Dünya’nın ilk Tam Panaromik Müzesi ünvanını taşımaktadır.
Müzede İstanbul’un ilk kuşatmaları, Fatih’in kuşatmasının bölümleri, ayrıntıları, şehrin düşüşü, fetih zamanında pahitaht’taki insanların bilgisi gibi bir çok bilgiye yer veriliyor.
Müzeye adını veren Tam Panaromik platform ise ziyaretçileri üst katta bekliyor. Alanda at kişnemeleri, Mehter Takımının marşları, 3 boyutlu resimler, dönemin topçu ustası Urban’ın yaptığı meşhur topları ve Osmanlı askerlerini görmeniz mümkün. Alana girince platform üzerinde kendinizi bir savaş meydanında gibi hissetmeniz için gereken görsel ve işitsel tüm gereklilikler yerine getirilmiş.
İstanbul, tüm Dünya’nın yüzyıllardır gözünün kaldığı, fethetmek istediği en önemli şehri dersem kimse karşı çıkmaz sanırım. İslam Paygamberinin hadislerine konu olan bu güzel şehrin nasıl hangi şartlarda fethedildiğini görmek, o döneme göre imkansız olanı başaran Fatih ve askerlerinin başardığı mucizeyi yaşamak ve bir çağı bitirip yeni bir çağı başlatan bu önemli olaya tanık olmak için sizlere Panaroma 1453 Tarih müzesini tavsiye ediyorum.
Fethi Paşa Korusu
İstanbul’un en eski ve en ünlü sayfiye yerlerinden biri olan Fethi Paşa Korusu, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmekte olup, eşsiz bir boğaz manzarası derinliğine sahiptir. Güzel bir gezinti ve şehrin kalabalığından uzaklaşmak için ideal bir kaçamak yeri olan Fethi Paşa Korusu, Üsküdar sahil yolu üzerindedir.
Fethi Paşa Korusu’nda İstanbul’un Tarihi ve Manzarası Ayaklarının Altında
Hep ışıklı, kalabalık yerlerden bahsettim şimdiye kadar ve düşündüm ki İstiklal Caddesinden sıkılmak zordur ancak, kafanızı dinleyeceğiniz, boğazın ve İstanbul’un tadını çıkartabileceğiniz ıssız ve nezih bir tavsiye vermek istedim.
Fethi Paşa Korusu… Üsküdar’daki boğaz iskelesinden yürüme mesafesinde kanlıca yönüne doğru yürüdüğünüzde kolayca ulaşabileceğiniz bir yer.
Oksijeni bol, ağaçlar ve yeşillikler içerisinde, dileyene kahvaltı dileyene Türk mutfağından lezzetler ile hizmet veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesislerinden bahsetmek istiyorum.
Tam zamanı şimdi Fethi Paşa Korusu’nun. Güzel bir sabahın ilk saatlerinde Fethi Paşa korusuna giderek temiz havanın ve yeşilliğin tadını çıkartarak yapılacak bir yürüyüşün ardından Sarayburnundan Ortaköy’e uzanan boğaz şeridinin manzarası eşiliğinde sıcak çayınızı yudumlayarak yapılacak bir kahvaltının vereceği mutluluk eşsizdir.
Sosyal tesisler içerisinde kafeterya ve restoran mevcut, dilerseniz güzel bir akşam üstü yürüyüşü ve seyir balkonundaki manzarada kafanızı boşalttıktan sonra yine manzara eşiliğinde güzel bir yemek keyifli bir hafta sonu geçirmek yanında kafasını dinlemek isteyenler için oldukça güzel bir alternatif.
Fetih paşa korusu girişinin tam karşısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Paşalimanı Sosyal Tesisleri yer alır. Fethi Paşa korusunda yüksekten gördüğünüz manzarayı denize sıfır izlerken yiyeceğiniz birbirinden lezzetli yemekler İstanbul’da yaşadığınız için kendinizi şanslı hissetmenizi sağlayacaktır.
Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesi
Tesadüflerle başlayan ve fırsatçı bir girişimcinin ülkemize kazandırdığı Balmumu Heykel Müzesi oldukça zor bir sanat olmakla birlikte, insan organlarının aslının da kullanılmasıyla yapılan bir tür heykelciliktir. Bilim ve Sanat’ı bir araya getiren balmumu heykelciliğinde ölmüş olan insanların bile mezarları açılarak DNA’larından alınan izler doğrultusunda gerçeğe en yakın örnekler oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk, Timuçin, Levent Kırca gibi bir çok yerli ve yabancı ünlünün balmumu heykelleri bugün Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesinde yer almaktadır.
İstanbul Balmumu Heykel Müzesi
Jale hanım, jeofizik mühendisi ve kendi sektöründe bir inşaat şirketince çalışırken fark ettiği Rusça bilen kalifiye insan ihtiyacını keşfettiğinde, bu yolun kendisini bir balmumu heykel müzesi sahibi yapabileceğini asla hayal edemezdi.
Jale Kuşhan, Rusça öğrenmeye gittiği Ukrayna’daki bağlantıları sayesinde ihracat yapmaya başlamış ve St. Petersburg’da gördüğü bir balmumu heykel müzesinden oldukça etkilenmişti. Bu ilginç müzeyi ülkesine kazandırmak için 3 bankadan aldığı krediler ve balmumu heykel müzesi ile yaptığı anlaşmalar neticesinde 34 Dünyaca ünlü insanın balmumu heykellerini Türkiye’de 3 ay boyunca sergilemek üzere kiralamasıyla Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesinin ve başarılı bir girişimcilik hikayesinin de ilk tohumlarını atmış oldu.
Bir balmumu heykel için 8-15 sanatçının 1.5 ile 3 yıl arasında emek harcaması ve kullanılan saç, göz, kirpik, sakal gibi aksesuarların orijinal yani insandan alınarak kullanıldığını da eklersek balmumu bir heykel oldukça emek isteyen ve bir o kadar da zahmetli ancak, eşsiz bir sanat. Heykeli yapılacak insan hayatta ise fotoğraf çekimi, yüzünden alınan mask ile desteklenebiliyor ancak, heykeli yapılması düşünülen kişi hayatta değilse yine resimleri kullanıldığı gibi bürokratik bir engel yok ise mezarı açılıp kemik yapısı ve antropometrik yapısı incelenerek gerçeğe en yakın yüz hattını ortaya çıkartmaya çalışılmakta. Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzsinde bulunan Korkunç İvan ve Timurlenk’te bu yöntem kullanılmıştır.
Heykeller sergilenirken yaşadığı yıllara uygun bir dekor içerisinde yaşatılmakta ve müze gezisi sırasında ücretsiz dil desteği verilerek görsellerin de desteklediği bir sunum ziyaretçilere verilmektedir.
İlk etapta T.C. Kültür Bakanlığından alınan izinlerin yenilenmesi ve balmumu heykellerin asıl sahibi olan müzeden zaman istenmesi neticesinde bir de bakmış ki kiraladığı 34 heykelin kira öder gibi parasını ödeyerek sahibi olmayı başarmış Jale hanım. Türkiye’de hiç bilinmeyen bu sanatın tanıtımını yapmak oldukça meşakkatli olmuş ancak, 11 yılda 26 şehirde açılan 50 sergi ile gün geçtikçe balmumu heykel sayısını da arttırmış ve 60 heykel sayısına ulaşmış. Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Türk büyüklerinin de heykellerini yaptıran ve sayıyı her geçen gün arttıran Jale hanım’ın amacı 100 Türk ve Dünya büyüğünün balmumu heykelini yaparak sabit bir müze kurabilmek. Bu koleksiyonu uluslararası platformda Türkiye’yi tanıtmada kullanmak.
İstanbul Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesinde Kemal Sunal, Levent Kırca, Mustafa Kemal Atatürk, Michael Jackson, Arnold Schwarzenegger, Adolf Hitler gibi bir çok ünlü ismin gerçeğiyle bire bir aynı balmumu heykelini görmeniz mümkün.
İnsanların müzeyi ve balmumu heykel sanatını sevmesi ve desteklemesi için farklı uygulamalara da imza atan Jale Kuşhan, müze ziyaretçilerinden dileyenlerin el veya ayaklarından alınan kalıplar neticesinde balmumu heykellerinin yapılmasını sağlıyor.
Müze’nin bir çok ünlü ziyaretçisi olduğu gibi bu ziyaretçilerden bazıları kendi heykellerini de canlıyken görebilme şansına erişiyorlar. Jale hanım’ın girişimleriyle İstanbul Valiliği ile yapılan anlaşmalar neticesinde öğrencilerin görsel destekli eğitimini kapsayan bir müze gezisi olarak Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesi ziyareti de teşvik ediliyor.
Şahsım adına Jale hanım’a kocaman bir Teşekkür ediyor ve başarısının önünde şapka çıkartırken ülkemiye yaptığı bu güzel katkıyı görmek için herkesi Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesine ziyareti öneriyorum.
0 Comments